Akşam saati işyerlerinden evlerine gitme telaşı yaşayan insanların arasından Konak Meydanı'na doğru yürüyorum. İnsanlar kurulmuş pilli bebekler gibi tereddütsüz adımlarıyla otobüs duraklarına ilerliyorlar. İzmir'in kalbinin attığı Konak Meydanı'nın ışıltılı güzelliğini içime doldurup çikolata reklamındaki o küçük kız gibi avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum: "Arkkaaaaaadaaaaşlar, aranızda İzmir'i sevmeyen var mı?"

İzmir sevgimin kabarıp taşması için "İzmir Rehberler Odası"nın "Çocuk ve Müze" projesi kapsamında düzenlendiği gezilerden birine katılmam yetti. Kentin daha önce hiç görmedikleri meydanlarını, anıtlarını, müzelerini gezen çocukların heyecanına ortak olmak çok keyifliydi. İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Konak Belediyesi ve İzmir Rehberler Odası işbirliğinde yürütülen proje kapsamında yaklaşık 2000 ilköğretim öğrencisi yaşadığı kentin tarihine doğru bir yolculuğa çıktı.

"Çocuk ve Müze" projesi sayesinde minik gözler, Konak Meydanı'nda düşman askerine doğrulttuğu silahıyla kurtuluş savaşının ilk ateşini yakan Gazeteci Hasan Tahsin anıtını, siyah beyaz film karelerinden anımsadığımız ve Kurtuluş Savaşı'nın zaferle noktalandığı mesajını veren Türk Bayrağı'nın çekildiği Valilik binasını, İzmir'in simgesi Saat Kulesi'ni, Cumhuriyet Meydanı'nı, Kordon'u, Atatürk Müzesi'ni, Arkeoloji ve Sanat Müzesi'ni, Kent Müzesi'ni ve kentin diğer önemli mekanlarını gördü.

Bu kenti yönetmeye, bu kentte üretmeye ve bu kentin insanı olmaya aday çocuklarımıza kentlilik bilincini kazandıracak, kent sevgisinden yola çıkıp yurt sevgisi aşılayacak bu tür projelere yenilerini ekleyerek sürdürmek gerekiyor.

"İzmirliyim" demeden önce

Sadece ülkemiz tarihine değil, dünya tarihine de birçok ilkle damgasını vurmuş bu şehirde yaşayan bizler, İzmirli olmayı nasıl algılıyoruz acaba? Yaşadığımız kentin kültürel ve tarihi değerlerinin ne kadarının farkındayız? Bütün sokaklarında binlerce yıl öncesinin tarihini barındıran bu kentin insanı olabilmek, kentli olmanın dışında daha farklı bir sorumluluğu gerektiriyor.

Yaşadığımız kentlere kişiliğini veren onları canlı birer varlık gibi algılamamıza neden olan şey; o kentin hafızasıdır. Kentin geçmişten getirdiklerini yok saymak ya da yitirmek, insanın hafızasını kaybetmesine benziyor. İnsanlar gibi geçmişlerine referansla yaşayan kentler de hafızalarını kaybederse, kent olmaktan çıkıyorlar. Kent olmaktan giderek uzaklaşan yerde yaşayanlar da kentli ya da İzmirli olamıyor.

Elbette kentli insan olabilmemizin önünde birçok engel var. Yoğun göç nedeniyle kentin kültürel ortamını tanımayan önemli bir nüfus yığılması yaşıyoruz. Bu nüfus yığılması çarpık ve hızlı kentleşme ile eğitim sorunlarını da beraberinde getiriyor. Bütün olumsuz koşullara rağmen farklılığını ve canlılığını her fırsatta hissettiren bu kentin havasını soluyan bizler, çocuklarımızın ellerinden tutup onlara İzmir'in önemli mekanlarını gezdirmeliyiz. Şimdiye kadar birçoğumuzun dikkatini çekmeyen, kocaman binaların arasına sıkışmış Gündoğdu Meydanı'nda yer alan "Küçük Mustafa ve Zübeyde Hanım"ın heykelini göstermeliyiz çocuklarımıza.

Türkiye'de Ata'mızın çocukluğunun yansıtıldığı ilk ve tek heykel olan bu güzel eserin neden binaların arasına sıkıştırıldığını, güzelim Konak Meydanı'nda Saat Kulesi ve Valilik Binası'nın etrafındaki çirkin yapılaşmaya niçin izin verildiğini, Kemeraltı'nda sokak adlarının işlevsel olduğu gerekçesiyle neden numaralara çevrildiğini ve daha birçok olumsuzluğu sorgulamalıyız.

Geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan bu şehirde karnımızı doyuran bizler, "İzmirliyim" derken bir daha düşünmeliyiz. İzmirliyim demek kolay ama; kent bilinci taşıyan ve yaşadığı şehri tanıyan bir İzmirli olmak emek gerektiriyor.

Sevdiklerinizle küçük bir İzmir turu yapacağınız keyifli bir hafta diliyorum.