Sokak sütçülerine dikkat!
Yazar: Şirin Yörük
Sokaktan süt hiç almadım desem yalan söylemiş olmam. Evet bir-iki kere denediğimi itiraf etmeliyim, ama bu sadece deneme mahiyetinde olduğu için, istisnalar kaideyi bozmaz!
Balçova’nın en işlek yerlerinde biri olan Ata Caddesi’nde oturuyoruz ve her sabah kamyonetine yüklediği güğümlerle süt satan adamlar evin yanına kadar gelir. Bu sütleri kimler alır diye merak ettiğimde her apartmandan elinde kaplarla kadınları görürüm.
"Sokak sütlerinden uzak durun, hijyenik olmayan bu sütlerden birçok hastalık bulaşır" şeklindeki uyarılara kimsenin aldırdığı yok. Pastörize ve uzun ömürlü sütlerden daha ucuz olduğu için tercih edilen bu sokak sütlerine bu kadar rağbet olması biraz da cahillikten kaynaklanıyor olmalı. İlla ki biri hastalanacak, bunun sütten kaynaklandığı anlaşılacak da ancak ondan sonra yoğurdu üfleye üfleye yemeğe başlayacağız.
Sokak sütlerinin yol açacağı zararları üç aşağı beş yukarı kestirebiliyordum ama, geçtiğimiz hafta İzmir Ticaret Odası Meclis Salonu’nda izlediğim "Süt ve Süt Ürünleri Sempozyumu"nda sektörün temsilcilerinden duyduğum itiraflar beni adeta şok etti. Dinleyin bakın; "Türkiye’de tüberküloz ve brusella hastalığının görülmediği tek bir sığır çiftliği yok. Tüberküloz ve brusella mikrobu taşıyan sütler kaynatılmadan tüketildiği takdirde insanlarda kısırlıktan tutun da pek çok hastalığa yol açar." Bu iddiayı ortaya atan ve bütün itirazlara göğüs geren kimdi biliyor musunuz: Pınar Süt Genel Müdür Yardımcısı Gökhan Akyürek. Türkiye’nin belli başlı süt üreticilerinden birinin üst düzey yetkilisinden bu itirafı duymak salondaki herkesi şaşırttı.
Kaynatılmadan tüketilen sütlerin ne kadar tehlikeli olduğuna gelince. Hadi diyelim ki sokaktan aldığınız sütü kaynattınız ve bu tehlikeden korundunuz. Peki ya köy peyniri diye açıkta satılan peynirlerin, sütler tam kaynatılmadan yapıldığını biliyor muydunuz? Nereden bilecektiniz, ben de yeni öğrendim. Sağılır sağılmaz, hayvanın vücut ısısının sıcaklığı ile mayalanan sütlerden yapılan peynirlerin ne tehlikeler saçtığını varın siz düşünün!
Hayvanlar hastalandığında insanlardaki gibi iyileştirmek için antibiyotikler kullanıldığını ve bu antibiyotiklerin köylerdeki bakkallarda satıldığını duyunca da yine büyük bir şaşkınlık geçirdim. Zira bu antibiyotikler süte olduğu gibi geçiyor ve mayalanan ürün, yoğurt veya peynirin kalitesini bozuyormuş. Aslında antibiyotik uygulanan hayvanların sütlerinin diğer sütlerden ayrı kaplarda toplanıp, bunları süt toplayıcılarına bildirmek gerekiyormuş ama, nerede o duyarlı üreticiler! Sonuçta sanayiciler "Ben antibiyotik kalıntılı süt istemiyorum kardeşim" diyecek ki, buradan bir sonuç beklensin. Yani aslında hatanın her iki taraftan da kaynaklandığı ortaya çıkıyor.
Bu Süt Sempozyumu’ndan daha neler neler öğrendim. O bazılarımızın çok severek yediği eritme ve krem peynirlerinin, peynir artıklarının bir araya getirilip harmanlanmasıyla ortaya çıktığını kaçımız bilir? Besleyici değeri ve kalsiyum oranı çok zayıf olan bu krem peynirleri tüketirken bir kez daha düşünmek gerekir bence. Türkiye’de 160 çeşit peynir üretildiğini ve pek çok peynirde değişik hileler yapıldığını belirtti sektör yetkilileri. Ucuza satılan kaşar peynirinin hiçbir besleyici değerinin olmadığını, buna karşılık Kars kaşarının çok besleyici ve sağlıklı bir gıda olduğu ifade edildi. Ayrıca beyaz peynirin, Türkiye’nin AB ile rekabet edebileceği tek alan olduğunu da bu vesileyle öğrenmiş oldum.
Demek ki neymiş;
1- Sokak sütçülerinden uzak durulacak.
2- Krem ve eritme peynir tüketilmeyecek.
3- Ucuz kaşar peynirine tamah edilmeyecek.
4- Köy peynirlerinin hastalık kaynağı olabileceği unutulmayacak.
2006 yılının, beklentilerin gerçekleştiği bir yıl olması dileklerimle herkese sağlık ve mutluluklar...