El insaf!..
Yazar: Ayşe Başak Kaban
Mahkûmlar hakkında ne düşünürsünüz? Veya şu an, şurada, orada, sıcak evlerinizde, ofislerinizde oturup, kucaklarınızda diz üstü bilgisayarlarınız, kulaklarınızda müzik varken, yan odada ders çalışan çocuklarınızın minik gülüşmelerine gülümseyip, hafta sonu için kaçamak yapmayı düşlerken, bu ülkenin hapishanelerinde yatan yüz binlerce tutuklu veya hükümlü aklınıza gelir mi?
Mahkûmdur onlar... Yaptıkları, yapmadıkları her ne ise içeridedirler... Dünyanın içinde ama bizim dışımızda yaşarlar, artık her ne kadar yaşamak denirse?
Hiç mahkûm olma ihtimalinizi düşünür müsünüz? Bir anlık dalgınlık, sinir, kendini kaybetme, unutkanlık, gözün kararması, ihmalkârlık vesaire sonucu içeriye girebilirsiniz; sadece kötüler değildir taş binanın konukları... Mesela; arabanızla giderken aniden önünüze atlayan birine çarpar, ölmesine neden olabilirsiniz, kimlik bilgilerinizi çaldırıp bir dolandırıcı olarak enselenebilirsiniz, bir yazı yazar, bir şiir okur, kürsüde konuşana karşı öfke dolu bir söz sarf eder (Bakanız: Özgür Senger), çocuğunuzun tecavüzcüsünü öldürebilir, komşunuzla tartışırken ona vurabilir, eve giren hırsızı bıçaklayabilirsiniz...
"Pıt!
Bir an gelir, kısacık bir an... Sizinde zor hatırladığınız bir an; gözünüzün karardığı bir an. An! Anlık!
İçeridesiniz... Taş binanın koğuşları yeni eviniz, koğuşların ranzaları yeni uyku ortağınız... Zor değil, imkânsız değil, değil...
O nedenle, bugün bizim dışımızda bambaşka bir yerde, bambaşka şartlar altında yaşayan ve yaşarken ölüme mahkûm edilen insanların feryatlarını duymak, duyup dillendirmek gerekiyor. Başka, bambaşka bir dünya için biraz onların yerine koyup kendimizi, seslerini ama yüreklerinden kopup gelen seslerini dinlemek gerekiyor.
Mahkûmlar da insandır senin ve benim gibi... Sizin ve bizim gibi onlar da insandır; hastalanırlar, hastalıktan ölecek gibi olurlar, ölürler.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı doktorlarından Dr. Alp Ayan, Bazı ayrıcalıklı olanlar hariç, özellikle siyasi mahkumların öleceği kesinleşmeden serbest bırakılmadığını söylüyor. Bunu neden mi söylüyor?
Abdullah Akçay'ı bilir misiniz? Artık bilmenize gerek yok, öldü çünkü bir zaman önce...18 yaşındaydı, 14'ünde hapse girmişti, kan kanserinden öldü. Sivil toplum kuruluşlarının çırpınışları, anasının, babasının koşturması fayda etmedi, öldü. Henüz 18'lik iken...
Çünkü acilen ilik nakli olması gerekiyordu ama bürokrasiyi aşmak, engelleri yıkmak zordu.
Öldü...
Çünkü Doktor Alp Ayan diyor ki; Türkiye'de infaz sistemi, ağır hasta mahkûmların son anda serbest bırakılarak o da bürokrasiyi geçebilirlerse dışarıda ölmesini sağlamak üzerine kurulu(Bakınız: Güler Zere). Oysa kanser hastalıkları gibi hastalıklarda direnç sistemi çok önemli; tedavi psiko sosyal bir bütünlük arz eder. Cezaevi, özellikle de tecrit altında cezaevi koşulları sağlığı olumsuz etkiler; dayanışmaysa tedaviye yardımcı olur...
Şimdi orada, sizin şehrinizin sınırları içinde veya bir sonrakinde, öbüründe uzakta veya yakında o büyük kalın duvarlarla çevrili taş binaların içerisinde hasta, çok hasta ve ölmek üzere cezalarını çekmekte olan ve sırf bu nedenle insan haklarından da mahrum kalan insanlar var. Ölümün kokusu üzerlerine yapışmış, ölmeye yatmışlar...
Gazetelere yansıyanları biliyoruz, kanser hastası olup, ölüm döşeğinde hastaneye gönderilen veya taş binanın içerisinde hayata veda edenleri; Kuddusi Okkır, Nuri Hafız, Güler Zere, Abdullah Akçay, Murat Dil, Halef Özer, Kerem Payat, Cumali Başaran, Hacer Kaya, Hıdır Demir... Ve adını bilmediklerimiz...
Nurettin Soysal ve Erol Zavar var şimdi, hayatın iplerini tek tek ellerinden kaçırıp ölüme yakın duranlar arasında...
Suçlarının ne olduğu, hangi kabahati işledikleri, kaç kişiyi öldürdükleri, düzeni değiştirmek için ne gibi amaçları ve araçları olduğu hiç önemli değil...
Önemli olan devletin vicdanı, insan vicdanı... Bizler için önemli olan, insanların yaşam hakkını savunmamız. Ne oldukları, ne yaptıkları onlar son kavşaktayken benim için hiç fark etmiyor. Önemli olan hasta mahkûmların uygun şartlar altında tedavilerinin sağlanmasıdır. Onlar affedilmeyi değil, yasaların kendilerine, insanlara tanıdıkları haklarını istiyor.
Çünkü dostlar;
Onların yaşadıkları; çektikleri acılar, yaraları, annelerinin, babalarının, karılarının, kızlarının, oğullarının çektikleri acılar, bizim utanç hikâyemizdir. Alnımıza çalınan birer kara lekedir.
Çünkü dostlar;
El insaf!
Bu ülkede yaşayan herkesin, her tutuklu ve hükümlünün Necmettin Erbakan kadar yaşamaya hakkı vardır!