Burcu Derya Kaban
İzmir-İstanbul, İstanbul-Roma... Roma-Floransa, Floransa-Prato...
Evet, on saatlik bir yolculuktan sonra Pratonun merkez istasyonundayım. Buna yaklaşık kırk dakikalık pasaport kontrol sırası ve çalışmayan asansörler yüzünden Roma Merkez İstasyonunu bir kez tavaf etmek zorunda kalmam dâhil... Bagajlar hızımı düşürdü; yoksa daha hızlı olabilirdim ya neyse...
Legambiente Pratonun başkanı beni karşılıyor; Franco. Başkan dediysem öyle göbek-takım elbise-kravat beklemeyin: Göbek kalsın diğerleri yerine şort ve parmak arası terlik koyun. Beni alıyor, yeni evime doğru yola çıkıyoruz.
Arabayla eve ulaşmamız en fazla 5 dakika... Şehir fena değil gibi... Hoş; haftalara yayılan telaş, nasıl gideceğim korkusu, günlerin yorgunluğu ile beraber bu uzun yol nereye varsa gözüme güzel görünürdü herhalde...
Prato, Toscana bölgesinde yer alan bir kent. Merkezi ise Prato Şehri; nüfusu 250binlerde. 92 yılında Floransadan ayrılıp il olmuş. Benim için en büyük özelliği Floransaya çok yakın olması. 5 dakikada bir kalkan trenlerle sadece 20 dakika. Milanodan sonra İtalyanın en büyük tekstil şehri...
Pratonun tekstil geçmişi orta çağda başlayıp, 19. yüzyılda büyük ivme kazanmış. Bu gelişmeye bağlı olarak bu dönemden itibaren büyük göç almış. Bu nedenle sokaklarında İtalyandan fazla Çinli görürseniz şaşırmayın. Abartmıyorum Pratoda resmi kayıtlara göre 10bin civarı, kayıt dışı ise 45bin civarı Çinli yaşamakta. İleriki yazılarımda Pratodaki Çin olayına ayrıca değineceğim.

Prato dağlık, denizsiz bir yer. Hayatımda ilk defa uzun süre denizsiz kalacağım. Ancak şehir, güzel bir nehrin(Arnonun kolu olan Bisenzio) etrafına kurulmuş pek çok denizsiz şehir gibi... Geçmişte tekstil endüstrisine bağlı olarak yıllar içinde nehir çok kirlenmiş. Yaşayan birçok canlı türü yok olup gitmiş... Ama yürütülen sağlam çevre politikalarıyla Prato, nehrine tekrar kavuşmuş. Şimdi tertemiz, geri dönüp yeniden nehri mesken tutan su tavşanları da temizliğinin simgesi; haklı olarak Pratoluların da gururu...
Şimdi bu şehir İtalyada bir de üstüne Toscanada... Tabii ki yemek her şeyin önünde geliyor. Birçok yerel ürüne sahip harika mutfağıyla tanınan Toscananın bu güzel şehri slow food yani yavaş yemek akımının öncüsü. Buradan çıkıp önce İtalyaya oradan tüm Avrupaya yayılan bu akım Amerikan fast food kültürüne tepki olarak doğmuş. Yemek dediğin uzun ve yavaş pişer uzun ve yavaş yenir diyorlar kısacası. Katılıyorum... Toscana mutfağından da ayrıca bahsedeceğim tabii...
Genel bilgiler böyle... En son eve gidiyorduk değil mi?
Eve vardık. Şehir merkezinin merkezinde denebilecek bir konumda ev... 3 katlı bir apartmanın 2. katında. Yüksek duvarlar, Toscana işi panjurlar. Antonio Benininin yaptığı çan kulesine bakan bir teras. Her şey yepyeni... Önceden okuduğum tüm olumsuz EVS tecrübelerinden sonra hiçbir beklentisi olmayan ben için bir saray, bir cennet!
Eee tabii ev arkadaşlarım... Aylar sonra hiç biri İtalyan olmayan İtalyan ailem benim, diyeceğim dostlarımla ilk tanışmam. En son gelen benim eve; Kristiana ve Leo 2 ay önce gelmişler. Ayrı bir projedeler ama birlikte çalışacağız. Marta ve Marjeta ise benden bir gün önce gelmişler. Marta tam bir İspanyol... Marjeta Slovenyalı, bir çeşit dahi.

Leo en gencimiz, bir Fransız centilmeni. Kristiana ise henüz Pratoya gelmeden mail aracılığıyla tanıştığımız ve tüm garip sorularımı büyük bir içtenlikle yanıtlayan Letonyalı...
Geldim işte... Artık odama yerleşip, yeni hayatıma başlayayım...
[Pratoda ikinci günüm. Treking sonrası soldan sağa:Leo-Marta-Burcu-Kri-Marjeta
Şimdilik hoşçakalın. Haftaya görüşmek üzere...