Hep mimozalar yüzünden...
Yazar: Haluk Işık
Bir türlü öğrenemedim, dışımdaki kışa inat, içimdeki yaz - baharla yetinmeyi. Gün geçtikçe daha da özenir oldum, böyle düşünüp davranmayı, böyle yazmayı, böyle yaşamayı başaranlara. Hep merak ediyorum, sintinede kan gövdeyi götürürken, üst güvertede güneşin batışından esinlenip, lirik minik şirin manzumeler nasıl yazılır? Yapan yapıyor, pek güzel yazıyor ne güzel okunuyor, pek güzel konuşuyor ne güzel dinlenip alkışlanıyor, ama nasıl yapıyor, bir öğrenebilsem! Bir vehametten söz ediyorsun, ki seni sabaha kadar uyutmamıştır; çipil gözlerini açarak, Aa, öyle mi olmuş, hiç haberim yok diyebiliyor örneğin. Oysa işitmemesi, işitip de - isyandan vaz geçtim - kederlenmemesi için, ya kör sağır, ya suç ortağı, ya da tepkisini gizleme konusunda, müthiş bir eğitimden geçmiş olması gerek. İkbaline ahlakını kurban eden bir yalancı ya da korkak demek de olası. Kimseden 24 saat Rosa Luxemburg ya da Victor Jara gibi yaşamasını beklemiyoruz ama, bu uyuz politik ucuzluk nasıl elde edilir, nasıl taşınır ki? İşte beni gün geçtikçe işgal eden, yalnızlığımı çoğaltan ve insan hallerinden soğutan soru budur...
Aslında bir önceki Sevgilim İzmirde, Kan var bütün kelimelerin altında dedikten sonra, uzun bir süre yazmak niyetinde değildim. Çünkü değişen bir şey yok, değişeceğine dair bir işaret olmaması bir yana, ahvalin daha da ağırlaşacağına dair işaret pek çok. Haleti ruhiyemi soracak olursanız, aynen o yazı gibi öylece duruyor, gideceği de yok. Neredeyse bir mevsim geçirdiğimiz Ulucaktan, İzmire geri döndük. Kentin cümle telaşı sustu, işte yine gece ve yine pencereden odaya mimoza kokusu yağıyor. Yazmayıp da ne yaparsın? Çünkü bu kokuları duyamayacak kadar tecritte, uzakta ve toprağın altında insanlar var. Dahası, ülkemizin burnu ve vicdanı, mimoza kokularını alamayacak kadar tıkalı. Şimdi ahval buyken, yazmaktan başka çare yok tamam da; ben nasıl etekleri uçuşan, bıcır bıcır şakıyan bir yazı yazabilirim?
Doğan Kubanı ve Celal Şengörün Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisindeki yazılarını okudum az önce, uzun yılların alışkanlığıdır. Sonra, bir söyleşiler toplamı olan, Uğur Mumcunun Söze Nereden Başlasam?ına yeniden baktım. Attila İlhan, Adalet Ağaoğlu, Avni Arbaş, Duran Karaca, Aziz Nesin, Halit Çelenk, Mehmet Ali Aybar... Bu insanların derdi neydi? Edebiyattan resme, hukuktan siyasete, mimarlıktan jeolojiye, onları yaşamın içinde tutan yalnızca işleri midir, yoksa dertleri mi? Ki bu dertlerin, işsizlik, hapis, yasaklanma, yakılma, bombalanmayla geri döndüğünü; bu dert edinmelerin bedelini yeterince ödediklerini düşünürsek, desteyle para, parselle ev, refah ötesi yaşam dururken, bu işlerle uğraşmaları nasıl açıklanabilirdi?
Attila İlhan konuşuyor, biraz sessizlik lütfen;
Gelişmiş ülkelerde aydının işlevi nedir, düşündünüz mü? Siyasal örgütler, meslek kuruluşları, iktidar, muhalefet vs. halka birtakım sloganları, gerçeğin ta kendisi olarak sunmuyorlar mı? Aydınlar işte burada devreye girer, özgür vicdanları ve bağımsız yöntemleriyle, sloganların içeriğini tartışma konusu yapıp, halkı aydınlatmaya çalışırlar. Ak koyunla kara koyun böyle seçilir. Gelişmemiş ülke aydını böyle davranmıyor. Tam tersine, siyasal kuruluşlardan, meslek örgütlerinden, iktidardan, muhalefetten medet umuyor; bunu sağlamak için de, halka onların sloganlarını kabul ettirmeye sıvanıyor. Bundan büyük rezillik olmaz! (...) Aydınlar da bir fikre, bir yönteme angaje olmayı, bir örgüte ya da kuruluşa (hatta lidere) angaje olmakla karıştırdığından, serbest düşünce ortamını kaldıracak aşırılıklara düşüyor. Çünkü bu işi can-ı azizi için bir şeyler beklediğinden yapmaktadır. Pir aşkına değil. Hepimiz, bir milletvekilliği, bir basın ateşeliği, beleşten bir Avrupa seyahati için, önemsediğimiz ne aydınların ne yalakalıklar yaptığını gördük. Allah bilir daha da göreceğiz. Oysa aydınların toplumsal gelişmede işlevsellikleri, yalnız ve yalnız yöntemlerine angaje olmalarıyla mümkündür. Bu da, kendileri için istememekle gerçekleşebilir. (s.18 - 19)
Haydi buyur! Mimozlar sanki yanıyor! Yazıyı uzatmamak için, Attila İlhanı kitaptaki değerli insanların temsilcisi, konuşmasından yaptığım alıntıyı da tadımlık olarak seçtim. Um:ag yayınlarından 4. Baskısını 2003te yapmış bu Uğur Mumcu kitabını, bugünü 1980lerden okumak, hem de doğru okumak adına, salık veririm. Örneğin, Aziz Nesinin Politikacı demek, saatlerce konuşup, dinleyiciyi coşkuya getirip, hiçbir şey anlatmayan insan demektir. Bu, bizim politikacılar yani... (s. 78) diye başlayarak, din bezirganlarından aydın şaklabanlıklarına tuttuğu aynaya bakmak ve olup bitendeki payımızı - bir daha ve bir daha, yok öyle kaçmak ya da topu taca atmak! - görmek için de, Söze Nereden Başlasam? okunması zorunlu bir yapıttır.
İşler ve dertler birbirini nasıl bütünler? Bu öncü insanların öngördüğü genel olarak ülke ve dünya algısı ile özel anlamda yaşam, düşünce ve eylem kalitesi nasıl yakalanır? A. M. Celal Şengör yaklaşımından da esinlenerek (Zümrütten Akisler, Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi, 21 Eylül 2012, sayı 1331, s. 7) , bir yanıt bulabilir miyiz?
Şengör yazısında, kör ölür badem gözlü olur misali, bilhassa ailesi ve liberal çiftlik marabaları tarafından ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilen bir şahsiyeti şöyle tanımlıyor; ... zeki bir insan ve iyi bir mühendis olmasına rağmen, genel kültürü kıt ve görgüsüz adamdı.
Bu tanım bana, makam, mevki, ürün, ödül, etiket açısından bir sıkıntıları olmadığı halde, varlıkları bizzat sıkıntı olan bir çok insanı anımsatıyor.
İyi bir öğretimden - eğitimden değil, o başka bir konudur - geçmiş, belirli yeteneklere ve zekaya sahip, bu nedenle belli bir mesleğin önde gelenlerinden olabiliriz. Hatta bütün bunlara vasat ölçüde sahip olsak bile, bu açığı deli gibi çalışarak kapatabilir, tekkeyi bekleyen çorbayı içer misali, benzerlerimizden fersah fersah öteye gidebilir, yükseğe çıkabiliriz. Öyle ya, tembeller cennettinde bunu başarmak, o kadar zor değildir. Körler ülkesinde şaşılar kral olur sözü, boşuna edilmemiştir. Onlar konuşadursun, biz alayına tur bindirebiliriz. Sonra gelsin makam, para, ödül, iktidar... Ama genel kültürümüz kıtsa, bu kültürü etik, onur, çağına ve yarınlara sorumluluk turnusolünden geçirecek görgü fukarasıysak ve dünya görüşü adına bir duruşumuz, iki dakika delikanlı bir tavrımız yoksa... Olmuyor olamıyor, birşeyler üstümüzde sakil duruyor. Babaannem bunun nedenini şöyle açıklardı; çünkü akıl var, ama fikir yok! Yetmediyse, bu da Mevlanadan; On batman ekmeği taşımak kolaydır, bir batman ekmeği yemek ise zordur. Adamlar neredeyse fırını da mideye indirecek ne batmanı, derseniz ki haklısınız, yemek yerine hazmetmek de diyebilirsiniz.
Bilimden sanata, politikadan spora... Yaşamın her alanında, kültür - görgü - dünya görüşünü, doğal ya da sonradan edinilmiş yetenekleriyle - diplomalarıyla buluşturamayanların işgali altındayız. Çoklar. Çoğalmayı biliyorlar. Bugün yaşadığımız değişimin - gelişmenin değil! - odunu, çırası, körüğü, dünkü benzerleri gibi, işte bu kifayetsiz muhterislerdir. Yalnızca iktidar cenahı mı, hayır muhalefim ayaklarıyla dolaşanlar da, bu nitelemeyi hak etmektedir. Çünkü unutulmasın ki, muhalefet de aslında bir çeşit iktidardır.
Genel kültür ve görgü, edinilenlerin hazmı ve yaşama biçimine dönüşmüş hallerdir. Gün boyu demokrasiden söz etmek, sizi demokrat yapmaz. Demokrasinin en çok gereksinim duyulduğu yerlerde, ikbal beklentisiyle, en şirin protokul (protokol şebekleri için bulunmuştur!) havalarına girip, bütün değerleri çarçur ediyorsanız, hayır efendim siz demokrat değil, bal gibi faşistsiniz. Makam, konum, statü falan kazanmak ya da yitirmemek için, söylenenlere karşı fikrinizi söylemektense havalara bakıyorsanız, sizden daha güçlü konumdaki biri konuşsun da peşine takılayım diye bekliyorsanız, hele bir de güçlünün yüklendiğine siz çullanıyorsanız, harbiden silme aşağılıksınız. Sekiz üniversite bitirseniz ne yazar, on sekiz dil bilseniz ne hükmü var?
Gün boyu insan haklarından söz edip de, önünüze çay getiren görevliye bir teşekkür etmekten acizseniz, aklınıza bile gelmiyorsa, nasıl olacak bu işler? Nasıl emin olacağız, bizim yanımızda kadın haklarından dem vururken, akşam evde karınızı dövmediğinizden? Örnekleri uzatmak mümkün, ama aklıma gelen örnekler ve kahramanları yeterince midemi bulandırmış durumda. Sürdüreceğiz, şimdilik bir virgül koyalım.
Yaşam o kadar karmaşık değil. Yaptıklarımız kadar, yapmadıklarımızdan da sorumlu olduğumuzu bilmek yeter.
Şu mimozalar kadar yalın olmak, o kadar zor değil.
Bu yalınlık ve bu koku başımı döndürüyor. Yazının dağınıklığı ondandır, bağışlayın...