Atatürk’le karşılaşan üç çocuktan birisi: Hasan Kozan 2013-03-26 09:13:00
Yazar: Güncel Haberler
Renkli gülen gözlerle bakıyor Hasan Kozan. Mavi mi yeşil mi kestirmek zor. Yüzünde derin çizgiler… Sığacık’ın en yaşlı, en görmüş geçirmiş balıkçısını sorunca “Topal Hasan”a gideceksin diyorlar…
Evine ilk gittiğimde Kuran-ı Kerim okuduğunu, yarım saat sonra gelmemi söylüyor. “İftara az bir zaman kala umarım kaçırmam” diyorum Hasan Amca’yı. Neyse ki, yarım saat sonra geldiğimde kapısının önünde iki sandalye konduğunu görüyorum. Başımı açık kapıdan bahçeye uzattığımda yerde ağlarla bir şey yaptığını görüyorum… Paragat, birisine oturmuş, elinde bastonu beni bekler buluyorum. Bayında gri bir kasket, üzerinde kahverengi ütülü bir gömlek,
Sığacık’ın Kale İçi’ndeki, beyaz badanalı, tertemiz uzun sokaklarında bir akşamüstü söyleşisi yapıyoruz Hasan Kozan’la. Kozan soyadını duyunca, Sığacık’ta daha önce sohbet ettiğim Yaşar Kozan’la ilgisini soruyorum. Kardeşim diye yanıtlıyor.
Hasan Kozan 1926 doğumlu. Onu Sığacık’ta Topal Hasan diye tanımlıyorlar. Kendisine lakabını sorduğumda “Bize Sağır Hasanlar derler. Babam Süleyman, dedemin ismini bana koymuş” diyor.
Hasan Kozan’ın da dedesi Mora’dan gelmiş. Kozan İlkokulu Sığacık’ta 3 yıl okumuş, şehadetnamesini almış. Ondan sonra babasının yanına çalışmaya başlamış. Kardeşi Yaşar Kozan 5 sene okumuş. Babasının rençber olduğunu söylüyor. Onların da ekip biçtiği ana ürün tütünmüş. “Kendi tarlamız vardı. Biz de senelerce gittik, Allah düşmanıma bile nasip etmesin tütünü. En kötü meslek” diyor.
Sigara içip içmediğini sorduğumuzda, “67 sene içtim. İki senedir de içmiyorum” diyor.
1941 yılında babasını kaybeden Hasan Kozan, bir yıl sonra balıkçılığa başladığını anlatıyor. “Aynı mesleği büyük oğlum yapıyor” diyor. Poligonda ayağı kısa olduğu için 6 ay kısa hizmet yaptığını söylüyor.
Sığacık’ta eskiden insanların denize ancak 14 Ağustos Deniz Bayramı’nda girdiğini söylüyor Hasan Amca. “Eski devirde 14 Ağustos deniz Bayramıdır. Bütün o zaman herkes gidiyordu. Ama biz balıkçı olarak devamlı zaten denizdeydik” diyor. Tütün işinden balıkçılığa geçişini ise şöyle anlatıyor Hasan Amca:
“Kendi teknemiz vardı.6, 75 boyunda, ismi Çapkın. Biz iki erkek kardeşiz. Tütünden arttırdığımız paradan aldık kayığı. Evvela arkadaşlarla birkaç defa gittik, merak sardı. Oltayla başladık.”
Neler avladığını soruyorum Hasan Amca’ya… ”Mercan, kopez, pangri, sargoz, karagöz” diyor, arada oltayla da avlandıklarını belirtiyor. “Kefali son zamanlarda, 5 sene önce avlardım. Her gün 15-20 kilo kefal tutuyordum. Kefal tutmak kolay değildi. Ama çiftlik vardı.D eniz kefalı, havuzların altına geliyordu. Yem atılıyor ya havuzlara onlara geliyordu. Ordan tutuyorduk.”
Balıkçılık mı, tütüncülük mü daha zor deyince Hasan Amca hiç tereddüt etmeden, “En zor tütün” diyor. Sonra devam ediyor: “Balıkçılık tembel işi ama sabır ister. Zaten sabırlı olmazsan tutamazsın balık…”
Barbun en pahallı balıktı
Gençliği denizde geçmiş Hasan Amca’nın. Konu balık fiyatlarına geliyor…
“Ben balığa başladığımda kopezin kilosu 35 kuruştu. Diğer balıklar 50-60 kuruş. En pahallısı barbunya, çipura, pangri. Bu üç balık pahallı balık. Barbun 60 kuruştu.”
Sığacık’ta balığa başladığı yıllarda yani 1941-42 yıllarında 4 tekne olduğunu anlatan Hasan Kopan o günlerin Sığacığı’na ve balıkçıların dünyasına ilişkin şunları söylüyor:
“O zamanki balık felaketti. Bir tek tekne avlan giderse iki küfe balık tutardı. Ama teknede kaç tane, 4 tane tekne var. İki kişi çalışır, av bırakırlar. Deniz, çok daha temiz, tertemizdi. Balıkçılardan Eşref Efeer’in motoru vardı. Onlar da tütüncüydü aslında. Biz de isterdik motorlu olsun ama neylen alcen motoru? Şimdi deniz kirlendi. O zaman hiç bir şey yok tertemizdi. Biz tuttuğumuz balığı kabzımala verirdik. Günde 20 kilo tutuyorduk, 2 kere 3 altı, 12 lira kazanırdık ortalama. En bol Eylül, Ekim’de olurdu balık. Kopez çok tutardık. Şimdi hiç yok desen de olur. Biz 25-30 santimetre tutardık. Şimdikiler gidiyor 5-6 santim ve belki 2, 3 tane…”
“Karidese, kalamara yine rağbet var mıydı?” diyorum, gülüyor. “Karides bizde zaten yok, yengeç çoktur ama avlanmazdı. Kalamar tutardık ama kanı çıkmadığı için yinmezdi. Atardık. Kalamarı yem yapardık paragata. Yem olursa olur. Şimdi altın değerinde” diyor.
Balığı trolcüler bitirdi
Ava giderken her şeyi kendilerinin hazırladığını söyleyerek yapılışını anlatıyor Hasan Amca… ”Yem olarak mamun takarız. Yem olarak mamuna çalışıyoruz. Yerin altında saklı o. Canlı bir hayvan. Böcektir o bir çeşit. Kıyılarda, 40-50 cm suda 1 metre olan yerde olmaz. Kıyı böceği. Onu kullanınca mercan, pangri, zargot, karagöz, çupra gelir.”
Balık bu kadar bol iken bu noktaya nasıl gelindiğini sormak olmaz elbet emektar balıkçıya… Hasan Amca bu sonun sorumlusu olarak trolcüleri gösteriyor. Şunları anlatıyor: “Bu balığı dinamit, trolcüler kökünü kazıdı. Havyar bitiyo, yavru kalmıyor. Trolü görceksin, çok zarar verir balığa. Günah. Denize katliam. Şu anda 6-7 trolcü var. Zaman geliyor 50 tane olduğu oluyor. Karadeniz’den sonra Ege’yi de bitirdiler. Avlanıyorlar, denizi berbat ediyorlar.”
Bir zamanlar 4-5 kayığın olduğu Sığacık’ta bugün 100’ün üzerinde tekne bulunduğunu söyleyen Hasan Amca, kalabalık nedeniyle kişi başına düşen miktarlardaki azalmaya dikkat çekiyor. “Bir sele bıraktığımızda günde en az 30 kilo balık avlıyordum. Şimdi çocuklar bıraktığında 1 kilo çıkarsa memnun oluyor şimdi. Oğlum da balıkçı” derken endişeli.
Denizde en fazla 3 kilometre açıldıklarını anlatan Hasan Amca, Lodos olduğunda denizin hırçınlaştığını anlatıyor. “Sisam’dan gelir lodos, hırçın olur. Deniz Poyraz’da sakin olur” diye anlatıyor.
Hala balığa çıkıp çıkmadığını sorduğumda, “Geçen seneye kadar gidiyordum. Kalp krizi geçirdim, stant takıldı, artık gitmiyorum” diyen Hasan Amca’ya balığın yol arkadaşı rakıyla arasını soruyorum… 40 senedir içmediğini belirtip, “Daha evvelce arkadaşlarla her akşam içerdim. Dokunmaya başlayınca, bıraktım” diyor.
Hasan Kozan’ın iki oğlu var. Eşini çocuklardan biri 4, diğeri 6 yaşındayken kaybeden Hasan Amca, çocuklarını üvey anne eline vermemek içih evlenmediğini söylüyor. Birkaç ay önce gelininin kaybettiğini üzüntüyle anlatan Hasan Amca, “Şimdi evde oğlum ve torunumla 3 erkeğiz. Yine eski günlerdeki gibi olduk” diyor. Bir oğlunun balıkçı diğerinin Seferihisar’da muhasebecilik yaptığını söylerken, evlatlarıyla gurur duyduğunu sözlerine ekliyor.
Balıkçılığın yanında mandalin de dikmiş
Hasan Amca zorlu yıllara rağmen balıkçılığı severek yaptığını anlatıyor. “Çok memnundum o devirde. Çok para kazanıyordum. Evim, mandalinliğim var çok şükür” diyor.
Balıkçılığın yanısıra bahçevanlık yapan Hasan Amca, mandalinla ilk tanışan Sığacıklılardan. Hem satsuma yetiştirmiş hem de fidan üretip satmış.
Anlatıyor…
“Mandalini buraya Ahmet Salman getirdi ilk. İkinci Necati Yarar, sonra da herkese dağıldı. Mandalin tembel işi aslında. Hele şimdi damlama çıktı. Basıyosun düğmeye, kendi kendine gübresini makina veriyor. Bol para alıyordu herkes. Milleti tembel etti. Şimdi bozuldu ama. Bu sene tahmin ediyorum satılmaz mandalin. İhracat olmazsa zaten afedersin eşekler bile yemez mandalini. Ben 35 senedir hiç tüccar aramam. Aynı yere veririm. Tütün yasaklandı, bağsa hiç yok. Bir zamanlar buradan Seferihisar’a kadar her yer bağdı. Sonra onlar söküldü, tütün dikildi.Daha karlı çıktı üzümden. Nar da çok iyiydi. Bir tanesi 1 ya da 1, 5 kilo oluyordu. Bizim burada iki bahçe var. Gelirli bir şey.”
Bahçevanlık içinse şunları söylüyor: “37 senedir bahçem var. Bahçevanlık da yapıyordum. Patlıcan, biber, fasulye, pırasa diktik. Aklına ne geliyorsa diktik. DSİ artezyeni var, Eski Yol deriz biz. Taş dibinde bahçem… Seferihisar’dan İzmir haline en az 10 kamyon mal giderdi buradan. Burası yemez o kadar malı. İzmir Hali’ne yollardık biz malları. Toplu fatura verirdi onlar da.”
Hasan Amca İzmir deyince, fuar günlerini anımsıyor. “Eğlenceyle işimiz yoktu ama fuara giderdik, çoluk çocuk isterdi” diyor. Fuara iki oğlunu alıp, en çok Emel Sayın’ı dinlemeye gittiklerini anlatıyor.
Hasan Amca’dan kalamar tarifi
Yemekle arasını soruyorum Hasan Amcaya. Eşini kaybettikten birkaç sene sonra annesini de kaybedince mutfak işini de üstlendiğini söylüyor. “Her yemeği yaparım ayıp söylemesi. Aklına ne geliyorsa. Hamur açması dışında. 86 yaşında aynı görevlere yeniden başladık” deyip bana lezzeti garantili bir kalamar tarifi veriyor. Bakın Hasan Amca neler söylüyor, iyi bir kalamar yapmak için…
“Burada balık sevilir. Biz kalamar da tutarız ama yemek için çok pahallı. Satarız kalamarı. Torun çok sever. Babası işler. İyi bir kalamar için en az 4 gün bekleyeceksin. İşlemeden kalamar pişmez. Eskiden işlemesini de bilmiyorduk. Kalamarı temizledikten sonra limon sıkıyorsun, 1 tatlı kaşığı da karbonat koyuyorsun üzerine. 1 kiloya 1 tane limon. 1 yumurta ve yeter miktarda az da tuz koyacaksın. Sonra elinle avkarsın, ovaliceksin, ondan sonra buzdolabına varsa deep frize koyarsın. 3 gün sonra yemeğe doyamazsın bu kalamarı.Yumuşacık. Bol yağda kızgın ateşte pişecek.”
Balığı ızgara, tava ya da kömürde yaptıklarını anlatan Hasan Amca, en iyi plakinin Adabey denilen balıktan yapıldığını söylüyor. Şu an denizden en çok çipura, karagöz, mercan, pangri, patlak, barbunya ve çim çim çıktığını, çim çimin çok uzak yerde çıktığını anlatıyor.
Sığacık’ta denize girmek için en güzel yerin ise Ekmeksiz plajı olduğunu vurguluyor… ”Herkes Akkum’a gider ama en güzel yer Ekmeksiz’dir, kumu güzeldir” diyor.
Kooperatifçilik girişimi
Balık avlarken kendi kendilerine türkü söylediklerini söyleyen Hasan Amca’ya avlanmaya ne zaman çıktıklarını soruyorum. Çeşit çeşit avlanma yöntemi olduğunu
söylüyor ve kendisinin nasıl avlandığını anlatıyor: “Mesela Kopez için gündüz sabah çıkar, akşam üzeri dönüş yaparsın. Paragata giderken gündüz, sabah gidersin mercana. Sabah 11.00 12.00’ye paragatları kaldırırsın, dönersin. Gece paragata giderken akşam bırakır gidersin, sabah kaldırırsın saat 09.00 -10.00’da buraya gelirsin. Derin suya değil. Bütün gecen denizde geçer. Ağı gece olur. Ay ile av olmaz. Ben ekseriyet mercana çalışırdım. Sabah 0203.00’ dönerdim.”
Hasan Amca ile sohbet sırasında sayıları artan balıkçıların nasıl kooperatifleştiğini de konuşuyoruz. Kooperatifçilik konusunda ilk girişimi kendisinin yaptığını öğreniyoruz. “Balıkçı Metin kurdu sonra kooperatifi. 7 kişi kurdular. Balıkçının balığını satıyor. Bugün için çok kolaylık oldu.İzmir’e çok mal veririz. İzmir ekseriye sardalyeye çalışırdı” diye anlatıyor.
Hasan Amca’nın pırıl pırıl gözlerine “maşaallah” dedikten sonra “Balık yiyenin gözü bozulmaz” efsanesinin doğruluğunu sormak istiyoruz. “Ben gözlük kullanmıyorum. 86 yaşında paragat onarıyorum. Çok balık yemekten. Doktorlar doğru söylüyor” diyor. Aşağı yukarı hergün bir öğünde balık yediğini söylüyor…
Alman Harbi’nde Sığacık’ın hareketli günleri…
Hasan Amca’nın Kale İçi’ndeki evinin kapısında otururken, diğer evlerden çıkan komşular da merakla dinliyorlar bizi. Hasan Amca’nın anlattıkları onlara da ilginç geliyor. Özellikle de Alman Savaşı’nda yaşanan olaylarla ilgili anlattıklarını duyunca şaşırıyorlar…
“Üç İtalyan hücumbotu, Alman bombardımanından kaçıyor, buraya sığınıyorlar. Alman uçağı haber almış. Alçak alçak uçuyor. Altında Alman bayrağı var. Büyükler kaçın, bomba atacak diye bağırıyorlar. Hücumbotlara Türk bayrağı çekiyorlar, Türk sularında olduğu için. Öyle olunca Almanlar bir şey yapamadı. Ancak uçağın Sisam’ı bombaladığını duyduk. Çünkü burası onlar bombayı attığında sarsılıyordu. Ada buraya 45 mil… Camlar zangır zangır sallanıyordu. Korkuyorduk bizlerde o yıllarda. Işık yakmak yasaktı, karanlık, lamba da yaktırmıyorlardı…”
Hasan Amca’nın yine Alman Harbi sıralarında yaşanan, bizlere anlattığı bir başka olay da Kanlı Ada’da geçiyor. “Delikanlıydım. Killik Burnu’nda bir manga asker devamlı nöbet tutardı. Onlar haber verdi. ‘Denizde çok bağırtı var’ diye. Gittik, tekne batmış. Büyüktü. İçerde Yunanlılar vardı. Bir tanesi kız, yüzerek adaya çıkmış. Birkaç tanesi direğe sarılmış., tekne batık. Sonra başladı sahile cesetler çıkmaya başladı. Killik Burnu ile Kanlı Ada arası, sakat deniyor, taş vardı. Kaptan bunu bilmiyor. Gece geliyor, kaptan içki içiyormuş. Oğlu kullanıyormuş. Sahile girerken batmış. Altın bulan çok oldu o zamanlar. Sahibine yaramamış, kime yarayacek…”
86 yıllık yaşamı boyunca askerliğini Poligon’da yaptığı 6 ay dışında Sığacık’tan ayrılmayan Hasan Amca bizlere Türbe’den de söz ediyor. “Ben 86 yaşındayım. O zamanın ihtiyarlarına sordum. Kaptanın biri, hep yelken, eski devir. Fırtınaya tutuluyor. Bir ışık görüyor. Işık türbenin orada. Kaptan Allah’tan yardım geldi diyor. Kıyıya çıkınca 1 hafta kalıyor ve türbeyi yaptırıyor. Adını kimse bilmiyor. Belki 200 senedir vardır. Belki üçyüz senenin üzerinde. Tarihi belli değildir.”
Sığacıklılar denizci değil
Yaşamının büyük bölümünü denizle iç içe geçirmiş, genç yaşlarından beri balıkçılık yapan, bir oğlu da balıkçı (Balıkçı İrfan) olan Hasan Topal’a “Sığacıklılar için denizci diyebilir miyiz?” diye soruyorum. Şöyle yanıtlıyor: “Yok, Sığacıklılar için denizci diyemeyiz ama Karadenizliler dersen, hakikaten denizciler. Ailece denizci. Buraya ufacık çocuklarla geliyorlar. 10 yaşında çocuklar. Çocuklar iki üç sene aileyi görmüyor. Bu çocuk denizci işte, denizde yetişiyor. Bizde öyle yoktur.”
Hasan Amca Sığacık’ta erkeklerin sıklıkla kahveye gittiğini söylüyor. Hasan Amca’nın bir dama ustası olduğunu öğreniyoruz bu sırada. “Benim oyunum dama. Çayına kahvesine oynanırdı kahvelerde. Kumar yoktur. Benim oynadığım oyun tavla dama. Hepsini bilirim de oynamam” diyor. Hasan Amca, tavla için asri, dama için "dimağ oyunu" diyor.
Balıkçılıkta tekniklerin artık çok değiştiğine dikkat çekiyor Hasan Amca. Anlatıyor:
“O zamanlar kılıç balığına hiç gitmezdik. Bilmezdik. Karadenizliler geldi, burada dediler çok kılıç var. Onlar tutuyor 150-200 kilo tutuyor. Sonra bizimkiler de başladı. Şimdi 5-6 tekne kılıça çalışıyor.”
Hasan Amca, yıllar içinde kendilerinin de motorlarını değiştirdiğini söylüyor. “Sığacık’ta artık motorsuz tekne yok diyebilirim. Bizim Çapkın şimdi 11, 5’luk oldu. Pancar motoru var. Adı da Kozan… ” diyor.
Atatürk’le karşılaşma
Hasan Amca ile evinin kapısı önünde yaptığımız sohbet sona ererken, gülen gözlerle bakıp can alıcı bir soru soruyor…
“Sana Atatürk’ü de anlatayım mı?”
Atatürk’ün 1934 yılında Sığacık’a yaptığı ziyaretin en yakın üç tanığından birisi; öğreniyoruz ki Hasan Kozan… Şunları anlatıyor o önemli güne ilişkin Hasan Kozan…
“Atatürk geliyor” deyince buradan bütün millet, eli ayağı tutan herkes Seferihisar’a gidiyor. Burada sadece biz çocuklar ile ihtiyarlar kaldı. O zamanki paşalarda pantolonlarda kırmızı şeritler var. Çocuğuz biz ya, bakıyoruz, hangisinde geniş şerit varsa Atatürk’tür diye. Bir ara bir halka oldu. Biz tesadüf Atatürk’ün dibinde kaldık. Rahmetlinin dibindeymişik. Üç çocuk. Sivil o. Gelin Ankara’ya gitti de, ‘Baba dediğin elbiseler orada asılı’ diyor. Şapkası, ceketi, pantolu damalı, golf pantolon. Boynunda dürbünler takılı.
Öğretmen var, okuldan hoca. Öyle dineliyor. Onunla konuşuyor. Zaten konuşcek başka kimse yok. “Hoca” dedi “Buranın ismi ne?”
Halbuki o bilmiyo mu?
“Şığacık Paşam” dedi, hoca.
Atatürk, “Şirin Sığacık” dedi.
Şimdi üç arkadaşız ya, arkadaşın bir tanesine “Okula gidiyor musun?” dedi.
“Gidiyom” dedi. “Büyüyence ne olcen? dedi. “Asker olcem” dedi. Atatürk, “Alıp gidem mi seni?” dedi. Alıp gidem mi seni? deyince bizim bir kaçışımız var, üçümüz birden. Mehmet İnce, Yusuf Şener ve ben… Sonra Mehmet İnce, törenlerde anlattı bu anımızı hep…
Hasan Amca’nın ışıl ışıl gülen gözlerindeki parıltı görülmeye değer. Seferihisar’nı en uzun süredir balıkçılıkla uğraşan Hasan Amca’sı, bizi uğurlarken, “Şimdi paragatları onarayım” diyor ve bahçesine yöneliyor…