Eller dirseklerden hafifçe bükülür, sağ omuza bakacak şekilde sol el avuç içi çukurlaştırılır ve sağ el parmakları birleştirilerek sol avuç içine düzenli bir şekilde vurmaya başlanır. İşte bu yapılan eylem sonucunda çıkan sesin adı
alkıştır. Alkış ya da alkışlama insanoğlunun var oluşu kadar eski bir eylem türüdür.

Ana karnında su içinde yüzen çocuk, ellerini bir birine vurarak bu eylemi gerçekleştirirken, doğduktan sonra annesini görünce veya çok sevdiği oyuncağına kavuşunca en doğal hareketi olan iki elini birbirine vurarak sevincini belli eder. İnsanoğlu bu eylemi çeşitli yaban hayvanları ürkütüp kaçırmak için kullandığı gibi ilkel toplumlarda haberleşme aracı olarak da kullanmıştır.
Alkış eylemi yalnızca insanlarda görülen bir olgu değildir. Maymunlar sevinç ve mutluluk gösterilerini genellikle alkış eylemi ile sonlandırırlar. Özellikle orangutanlar bu hareketi yapmakta hem çok ustadırlar hem de büyük haz duyarlar. Alkış hareketi duygu ve düşüncelerin en saf ve en temiz haliyle eyleme dönüşmüş şeklidir. Alkış genel olarak toplu yapıldığı için aslında bir tepki biçimidir. Tepki de bir davranış biçimi olduğuna göre, bu tepkinin bir güdümleme sonucunda ortaya çıkacağına göre asıl amaç bu güdünün kaynağını araştırmak olmalıdır.

Alkışın toplu halde yapılma eylemini ilk olarak Çin toplumunun ejderhalarla ilgili folklorik gösterilerinde hayata geçirmiş olmalarına rağmen, Şaman toplumların dinsel ayinlerinde ve kutsamalarında alkışın toplu halde yapıldığı gibi aynı zamanda Şaman'ın alkışına mazhar olmak için de Şamanistlerin büyük çabalar sarf ettiği bilinmektedir. 14. Yüzyıl'dan kalma İşkname'de geçen "Atadan böyle midir bana alkış / Ki hasret oduna yanam yaz kış" dizeleriyle de anlaşılmaktadır ki Şaman toplumlarında alkış bir dua eylemi olarak karşımıza çıkmaktadır ve bu durum aynı zamanda alkışın sözlü alkış şeklini alışıdır.
Sözlü alkış örnekleri oldukça gelişmiştir, Alevi ve Bektaşiler'in ibadet ederken söyledikleri Gülbank, çayır güreşlerinde cazgırların söylediği Salâvatlar ve bazı dua ile ilahiler sözlü alkış kategorisinde değerlendirilmektedir.
Alkış çok eski Türkçe bir sözcüktür. Orta Asya Şaman Türk topluluklarında kullanılan ve dua, kutsama, övgü anlamına gelen
alkamak ya da
alkıç sözcüklerinden türetilmiştir. Alkışın karşıtı olan beddua ve lanet anlamında kullanılan kargıştır. Toplu olarak alkış Mısır Kölemen, İlhanlılar ve Selçuklular'da da sıkça kullanılmış ve Selçuklular'da alkışlayanlara serhenk adı verilmiştir.

İnsan doğasından kaynaklanan bu içten, saf ve temiz söz veya hareket eylemi olan alkış İslam toplumunda Hz. Ömer döneminde para ile tanışmıştır. Hz. Ömer devlet işlerini daha iyi yapmak ve hata yapmamak için para ile bir kişi tutar ve o kişiden her gün kendisini görmesini ve de "Ölüm var ey Ömer!" demesini ister. Hz. Ömer halifeliğin verdiği güçle halkına zülüm etmemeyi bu şekilde engellemiştir.
Osmanlı'da bu uygulama daha da gelişmiş ve kurumsal bir hal almıştır. Padişahların ata binip inmeleri sırasında, bayram alaylarında, tahta oturmalarında, Padişahın Cuma selamlıklarında ve çeşitli törenlerde hem padişah için hem de sadrazam, şeyhülislam ve kubbe veziri gibi büyük devlet adamları için bayramlarda, çeşitli tebriklerde ve kutlamalarda sözlü ve eylemsel alkış yapılırdı.
Osmanlı'da bu vazife divan çavuşlarına aitti, belli klişe şeklindeki sözler belli bir ahenkle hep birden koro halinde söylemek suretiyle yerine getirilirdi ve kalabalık bir bölük tarafından da bu sözlü alkış aynı zamanda alkışlanarak desteklenirdi. Bu bölüğün başında da mutlaka bir alkış çavuşu bulunurdu. II. Mahmut devrinin sonlarında divan çavuşları teşkilatının kalkması üzerine bu vazife Muzika-i Hümayun mensuplarına verilmiş ve Osmanlı devletinin sonuna kadar da resmi alkışçılık bunların görevi olmuştur. Muzika-i Hümayun içinden seçilen ve sayıları altı ile on kişi arasında değişen alkışçılar bölüğünü oluşturmuş bir de içlerinden birine alkışçılar başı görevi verilmiştir.

Osmanlı'da alkışçılığın kalkmasına ise İzmir'in işgal olayı sebep olmuştur. İzmir'in işgalini takip eden ilk Cuma selamlığında padişah VI. Sultan Mehmed (Vahdettin) Hamidiye Camisi'nde törenle karşılanır. Padişah caminin merdivenlerini çıkarken alkışçılar bölüğü de bir yandan gülbanklarını söyler bir yandan da padişahı alkışlarlar. Padişah caminin merdivenlerinde aniden durur ve çok sinirli bir şekilde Başmabeyinci Ömer Yaver Paşa'ya, "Paşa, paşa, sustur şunları!" diyerek bağırır. O anda hem sözlü hem de elleriyle tempo tutan alkışçılar öylece kala kalmıştır ve akabinde padişah yanındakilere "Bunun artık mağrur olacak tarafı kalmadı. Acemane taraflara lüzum yok" demesiyle alkışçılar tarihin karanlık sayfalarına gömülmüş ve Cumhuriyet ile birlikte de Osmanlı Devleti'nin bu resmi oluşumu resmen kaldırılmıştır. Kaldırılmasına kaldırılmıştır ama hemen bunun yerini gönüllü şakşakçılar vakit geçirmeden doldurmuşlardır.
Gösteri ve sahne sanatlarında alkışın önemini herhalde bilmeyen yoktur. Bu yazımızda bu tür alkışa değinmeyeceğiz. Fakat asıl konumuz olan masum alkışın
şakşaka nasıl dönüştüğüdür. Günümüzde şakşakçılık çağ atlayarak yağcılığa, teşekkürcülüğe, hatta bir iş kolu olarak en geçerli meslek haline nasıl geldiğine kısaca değineceğiz.
Doğal ve masum bir eylem türü olan alkış zamanla içten pazarlıklı, bir çıkar karşılığında el çırpma hareketine dönüşünce de adı oluvermiş
şakşak. Alkış elleri bir birine vurarak çıkarılan sesle en masum, en temiz ve en doğal toplu onaylama duygusu iken, şakşak her türlü çıkarı, art niyeti, mevki ve makam elde etme hırsını ya da güçlüye yaranma uşaklığını ortaya koyan yapmacık el çırpma hareketidir.
Hal böyle olunca Roma'ya kadar uzanmamız gerekiyor. Roma döneminde özellikle gladyatör dövüşlerinde ve çeşitli oyunlarda bu işin ticaretini yapanlar tarafından halkın içinden ve genellikle işsiz-güçsüz insanlardan seçtikleri kişileri seyircilerin içine dâhil ederler ve daha önce öğrettikleri şekilde gösterileri alkışlar ve alkışlatırlardı. Bu hizmetleri karşılığında bir ücret alırlardı. Şimdiki maçlarda amigo dediğimiz insanların yaptığı işi yapıyorlardı.

Roma'da bu olay gelişerek şakşakçı takımlarının oluşmasına sebep oldu. İmparator Neron'un Napoli'de düzenlediği bir gösteride, halkı coşturmak için güçlü-kuvvetli ve işsiz-güçsüz tam tamına 500 şakşakçı adam kiraladığını ve bu şakşakçı takımını Roma içinde ve dışındaki gezilere götürdüğünü Roma tarihinden biliyoruz. Bu olay aynı zamanda şakşakçılığın siyasiler tarafından kullanılmasının da başlangıcıdır. Şakşakçılık 19. Yüzyıl'da ticari rant olarak Avrupa'da öyle gelişti ki 1830'da Paris'te şakşakçılar
Succes Dramatigues adlı ticari bir kuruluş dahi oluşturdular.

Günümüzde Avrupa toplumlarında şakşakçılık neredeyse yok olurken bizde ise en üst boyutlara ulaşmış durumdadır. Bazı televizyon programlarında para ile tutulan şakşakçılardan, üç-beş maç biletine sahalara sokulan şakşakçılara kadar renklilik taşır bizdeki şakşakçılık. Öyle ki, bir cenaze töreninde ya da bir protesto mitinginde dahi sazı bulan alır eline. Alkışın her türlü yozluğunu yaşamıştır bu topraklar. Katillerin, diktatörlerin, hırsızların ve hatta kendilerine küfür edenlerin bile alkışlandığını gördük. Bazı politikacıların çeşitli vaatlerle ve parayla kendilerini alkışlattıklarına şahit olduk. Şakşakçılık öyle inanılmaz boyutlara ulaştı ki birilerine yaranmak için
teşekkürcülük denen yeni bir yalakalık olgusu yarattı.
Sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle de şakşakçılık toplumu sarmış-sarmalamış durumdadır. Düne kadar "Padişahım çok yaşa" diyenler de bugün "Başkanım çok yaşa" demektedirler. Kültürel ve sosyal gelişimini tamamlamamış toplumlarda, o masum ve doğal alkış yerine, yapmacık ve çıkarcılık şakşakçılığı devam etmekte ve hep bir ağızdan "Yaşa", "Varol", "Bravo", "Haydi hep beraber", "Ya ya ya, şa şa şa, bizim takım çok yaşa", "Alkışlarla huzurlarınızda", "Alkışlarla uğurluyoruz" şeklinde bağırarak iş şakşak çığırtkanlığına dönüşmüştür. İnsan doğasının en masum eylemsel ifadesi olan alkışın, çıkar ve menfaat karşılığı şakşakçılığa dönüşmesi umarız en kısa sürede son bulur.