Sosyal medya kültürü mahremiyeti öldürdü mü? 2023-09-09 14:25:21
Yazar: Raşel Rakella Asal
Shakespeare’in en bilinen karakteri Hamlet, “Danimarka krallığında bir şeyler oluyor” sözleriyle yaşadığı saray ortamından kuşkulanmaya başlar. Bu çağın insanları olarak sizler de Hamlet gibi “dünyada bir şeyler oluyor” diyor musunuz? Yaşadığımız 21. Yüzyıl’ın ilk çeyreğinde bugüne kadar insanoğlunun birikmiş değerlerinin sarsıldığını, çatırdadığını hissediyor musunuz? “Bu dünya tanıdığımız o dünya değil” diyor musunuz? Bir kültürel çoğullaşma içinde bir dünya köyü içinde yaşadığınızı hissediyor musunuz?
Çağımızda dünya dijitalleşti. Dijital iletişim düşüncelerimizi, bakış açılarımızı, davranışlarımızı değiştirdi. Bilim insanları, dijital iletişimle birlikte insanlık tarihindeki en büyük değişimlerden birinin yaşandığını ifade ediyorlar. 2015 yılı itibariyle dünya üzerinde 3 milyar insanın internet kullandığı, bu kişilerin 2.1 milyarının sosyal medya ağlarında hesabı olduğunu yapılan araştırmalardan öğrendik. Diyebiliriz ki, gündelik hayatımızın sınırları içinde yerleşti.
Gelişen teknolojik imkanlarla Facebook, Instagram gibi internet ağlarından yararlanan kişiler ya gerçek kişilikleri ile ya da kurguladıkları profillerle yer alıyorlar. Bu gibi sitelerin bireyler arasında mesafeyi ortadan kaldırdığı, iletişim olanağı sağladığı kullanıcılara avantaj sağladığı bir gerçek. Sosyal medyayı kullanan kişi başkalarının ne düşündüğünü, hissettiğini öğrenebiliyor. Burada herkesin herkesi izlediği bir yapı söz konusu.Ancak dijital ortamı kullanan kişinin sürekli olarak arkasında elektronik izler bırakması, kendi özel hayatına dair bilgileri dolaşıma sokması birçok açıdan mahremiyetin ihlali olarak sorgulanmaya başlandı.
İlk baskısı 1967 yılında yapılan “Gösteri Toplumu” adlı kitapta Fransız teorisyen Guy Debord, “gösteri toplumu” diye bir kavram ortaya attı. Ona göre bu sosyal medyayı kullanan kişiler olarak hepimiz bu gösteri toplumun bir parçasıyız. Medyadan akademiye, bilimsel bilgiden sosyolojiye hepimiz bireysel varlığımızla bu gösteri toplumunun içinde konumlanıyoruz. Bu durum öyle bir boyut kazandı ki, gezdiğimiz yerler, yediğimiz yemekler, ilişkide olduğumuz insanlar, duygu durumumuz, dostlarımız, ailemiz, evimiz, işimiz, düşüncelerimiz kısacası ‘istediğimiz oranda benliğimiz’ bu sosyalleşme araçları ile görünür olmakta. Hem de bizlerin rızasıyla. Sistem “gör ya da göster, duy ya da duyur” mantığı ile sistem işliyor. Gösteri toplumu küresel boyutta o kadar yaygınlaştı ki, Guy Debord’e göre bütünleşmiş bir gösteriden söz etmek mümkün.
Evlerimiz, yeni aldığımız eşyalar, misafirlerimizi ağırladığımız sofralarımız, onlara ikram edilen yemekler fotoğraflanıyor. Seyahatlerimizde selfie çekmek modern bir ritüele dönüştü. Görüntünün ön plana çıktığı bu gösteri kültüründe içeriklerin sözden çok fotoğraf veya video gibi görseller üzerine kurulu olduğu paylaşımların paylaşımları doğurduğu, çoktan çoğa doğru bir iletişim modelinde hepimizin bu gösteri kültürüne teslim olduğunu söylüyor. Sosyal medyada herkes hem izleyen hem izlenen konumundadır, bakan ile bakılan iç içe geçmiştir.
Bu duruma Nurdan Gürbilek “Vitrinde Yaşamak” adlı kitabında şöyle değiniyor. “Sosyal medyada paylaşım mantığı birçok şeyin sergilendiği ve seyredildiği kadarıyla değer kazandığı bir işleyişe dayanmaktadır. Sosyal medya bakılanla kurulan ilişkinin, bir seyir ilişkisine, sözün kendisinin de vitrine dönüştüğü bir dünyadır. Böyle bir dünyada bireyler adeta vitrinde yaşamaktadırlar.
Kendi profil sayfasını açan, tanımlayan veya tasarlayan kişinin tercihleri, istekleri, göstermek istediği ya da saklamak istediği durumlar gün yüzüne çıkıyor. Kişi artık ne giydiğini, ne yediğini, ne içtiğini, nerede ve kiminle olduğunu, kendini, eşini, dostunu, çocuğunu, evini, tatilini, işini rahatça ve sınırsızca paylaşabiliyor. Dolayısıyla kişi özel yaşamını kamusal alana açmakla “özel alan” bir diğer değişle “mahrem alan” algımız da hem değişmiş hem de sınırları daralmış oluyor.
Kısaca özetlersem bir kişinin olmazsa olmaz duvarı, kamuya açılmaması gereken gizlerimiz. Bir kere yıkıldıktan sonra bir daha onarılması mümkün olmayan duvarlarımız… Hepimizin kendimize ait bir iç dünyamız, kişisel gizlilik alanlarımız var gör ya da göster, duy ya da duyur...
Mahremiyet kavramı üzerinde günümüze kadar yapılmış birçok araştırma mevcut. Mahremiyet kavramı kişiden kişiye dinden dine kültürden kültüre ırktan ırka coğrafyadan coğrafyaya değişkenlik gösterdiği için net bir tanıma ulaşmak zor. Bu yüzden kişinin mahremiyeti kişiden kişiye değişir. Kimisi için yatak odası, tuvaleti, banyosu, ailesi, fotoğrafları, günlüğü, bilgisayarda kaydettikleri mahremiyet alanı olarak algılanabiliyor. Şu ana kadar hiç kimseden “her şeyimi öğrenebilirsiniz, benim gizli saklım yok” dediğini duymadım.
Her insanın kendi dünyası var. Hepimizin içinde kendimize ait bir kilitli odamız var, başkalarından sakladığımız sırlarımız, düşüncelerimiz, arzularımız, dileklerimiz, düşlerimiz var. Mahremiyetimiz bizim dört duvarımız, duvarlarını yalnızca kendimizin aştığı, kalemiz, korunağımız, sığınağımız, kaçış alanımız, savunma alanımız.
Mahremiyet bana eski cumbalı evleri çağrıştırır. Evin cumbalı bölümünde oturan sokağı görebilir ama sokaktaki onu göremez. Küçük camların önünde perdesi, camların dışında da kepengi vardır. Evin de kapıları açık değildir, tokmağı vardır. Eve girmek isteyenin tokmağa vurması gerekir. Yani evin içinde olup biten ne varsa gizlidir, dışarıya kapalıdır, evde yaşananları sadece ev halkı bilir, mutlulukları da sıkıntıları da o evin içinde kalır. Yoksul yoksulluğunu, varlıklı zenginliğini göstermez. Görünür olmak ahlaka, terbiyeye, görgüye aykırıdır. Mahremiyeti olmayan kişiler için hayat kapısız bir dünyadır. Tüm hayatını gözler önüne sermek, insanın saklayacak bir şeyi olmamasıdır.
Şimdilerde ise çarklar tam tersine dönüyor diyebiliriz; insanlarla paylaşmak yerine her şey gözlerinin içine sokuluyor. Yaşanan mutluluklar, hüzünler, varlık ve yokluk açıkça gösteriliyor. “İyi ki Instagram var, iyi ki Facebook var” diyor çoğu kişi. Orada hikayesini yazmak, bir resmini koymak ona nasıl da kıymetli olduğunu hissettiriyor, nasıl da varoluşuna dair derin anlamlar katıyor. Hayat bazı kişiler için Instagram, Facebook oluyor. Her sayfayı açtığında her hikayesi, her resmi ile yeniden var oluyor, kendini yeniden anlamlı kılıyor. Bir de dostları, ailesi, çevresi ve toplumu ile onaylanmış oluyor.
Jacob Morgan mahremiyetin kutuplardaki buzullardan daha hızlı eridiğini söz ederken günümüzde insanoğlunun mahremiyeti bilmeden öldürdüğünden ve bu gidişin geri çevrilemez olduğundan yakınıyor. Güney Koreli yazar ve kültür kuramcısı Byung-Chul Han “Şeffaflık Toplumu” adlı kitabında teşhir toplumu üzerinde duruyor. Hal Niedzviecki, “Dikizleme Günlüğü” adlı kitabının giriş bölümünde, abartılı paylaşım ile ilgili olarak görüş bildiriyor. Ona göre bir kişinin kendine ait bilgileri ortaya sermesi, kişinin bir blogda veya başka bir yayın organında özel hayatını teşhir etmesini teşhire maruz kalan kişiden ısrarla onay beklemesi anlamını taşır.
Niedzviecki’ye göre, “dikizleme kültürü” bir reality şovdur; Youtube, Twitter, Flickr, MySpace ve Facebook’tur. Bloglar, chat odalarıdır. Niedzviecki “dikizleme kültürü”nü insanların hayatını anlatan programlara benzetir. Öte yandan kendi isteğiyle özel hayatını teşhir etme teması çerçevesinde sosyal medya aracı olduğu gibi buna televizyon kültürü de dâhildir. Televizyon programlarıyla özel hayatını teşhir eden, kamuya açan insanları ele alınır.
Biri Bizi Gözetliyor, Survivor gibi şov programlarını örnek olarak verir. Burada söz konusu eğlenceye dayalı bir programda görünme yani izlenmenin normalleştirilmiş olmasıdır.
Bu programlara katılan ve televizyonlarda görülen ünlü politikacı, sporcu, sanatçılarla birlikte ünlü ünsüzler de şöhret olma imkânını yakalayabilecekleri bir ortam bulmuş olurlar. Bu gibi sosyal ağlarla birlikte artık herkes kendi dünyasının ünlüsü, gözetleyeni, gözetleneni olma fırsatı yakalamış olur.
Çocukken zaman sonsuz, mekân sınırsız görünür insana. Hayatımızın içinde, bize rağmen gelişen, büyüyen, derinleşip kök salan dijital dünyada daha birçok teknolojik gelişmenin nereye ulanacağını kim bilebilir ki!
Kaynakça:
Büşra Kemik, Sosyal Medyada Fotoğraflarla mahremiyetin teşhiri: Instagram’da Şeffaflaşan Beden, Yüksek Lisans Tezi,
Hatice Budak, Sosyal Medya İletişiminde Mahremiyetin Serüveni, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırma Dergisi, Cilt/Vol:7 Sayı 1, 2018
Nurdan Gürbilek, Vitrinde yaşamak. İstanbul: Metis Yayınları, 1992
Turan Şimşek, Sosyal Medyada Mahremiyetin İfşası “Instagram Örneği”, Sosyolojik Düşün Dergisi, Cilt 4 Sayı 1, Haz 2019