Demorkasi kültürü - 2
Yazar: Oğuz Adanır
Geleneksel yani yüzyıllardan bu yana hiyerarşik bir insanlar arası ilişki biçimine alışkın bir toplum demokratik bir düzen oluşturabilir mi? Genelde düşük standartlara sahip demokratik bir düzen oluşturabilen bu toplumların bu standartları yükseltme şansı olabilir mi, olursa bu nasıl gerçekleşir?
Bilindiği gibi modern gelişmiş demokrasilerin doğum yeri Batı Avrupa ülkeleri ve Kuzey Amerikadır. Bu ülkeler yüzlerce yıllık krallık, monarşi, aristokrasi, prenslik, koloni, vb türden geleneksel nitelikteki politik yapılanmalardan demokrasi rejimine geçiş yapmış ancak bu iş hem uzun bir zaman dilimi içinde hem de çok sancılı bir şekilde gerçekleşmiştir.
Bu ülkelerde özgürlükçü düşünce, yaşam ve toplumsal düzen talebi genellikle ya da öncelikle aydınlanmış burjuvazi tarafından dile getirilmiş ve daha sonra toplumların büyük bir bölümü bu düzeni benimseyerek, yaşama geçirme mücadelesi vermiş, hala da vermektedir. Çünkü çok hassas ya da narin bir yapıya sahip demokrasilerin üzerine titrenmediğinde politikacıların ona istediği biçimi vermeye çalıştığına tanık olunabilmektedir.
Demokrasilerin sahibi adı üstünde politikacılar değil halklardır. Oluşturduğu demokratik düzene sahip çıkmak, onu geliştirmek ya da en azından ulaşılan düzeyin yitirilmesini engellemek isteyen toplumlar hiç durmadan mücadele etmek ve çaba harcamak zorundadırlar.
Bir burjuvazi oluşturamayan geleneksel toplumlar da bir lider öncülüğünde cumhuriyet düzenine geçiş yapabilmekle birlikte zaman içinde demokratik standartlarını evrensel düzeye çıkarmakta çok zorlanabilmektedirler. Bunun en önemli nedenlerinden biri toplumların geleneksel değerlerinden kopmakta zorlanmalarıdır.
Modernleşen dünyada toplumsal, politik, kültürel alandaki yeni düşüncelere, yeniliklere karşı insanların büyük bir bölümü önce bir direnç gösterirler, daha sonra da zaman içinde yeni değerleri benimsemeye başlarlar. Bu geçiş süresi ne kadar kısa olursa demokratik standartlar o kadar hızlı yükselir; ne kadar yavaş olursa o kadar yıpratıcı olur.
Toplumun azınlıkta da kalsa bir kesimi her zaman önderin de katkısıyla yeni değerleri kolaylıkla benimseyebilir, ancak büyük çoğunluk direniş gösterebilir. Değişim isteyenler bu direnişin kırılması için dünyanın ve içinde yaşadıkları ülkenin, toplumun değişmesi için dur durak tanımadan çabalamak durumundadırlar.
Geleneksel bir yönetim biçiminden demokratik bir cumhuriyete geçiş dünyanın pek çok ülkesinde devrimci liderler aracılığıyla gerçekleşmiştir. Modern devrimler her zaman demokratik bir cumhuriyete (örneğin, Fransada demokratik cumhuriyet beş kere gidip geldikten sonra bugünkü görünümüne kavuşmuştur) yol açmasa bile Lenin, Mao, Fidel Castro gibi liderler halklar tarafından çoğunlukla ölünceye kadar başkan olarak seçilmekte, başka bir deyişle özellikle bir burjuvaziden yoksun toplumlar yeni ve modern bir düzene geçiş sürecini güvendikleri devrimci liderler önderliğinde tamamlamaya çalışmaktadırlar.
Geçiş sürecinin bu lider önderliğinde tamamlanamaması durumunda çeşitli engellemeler ve gecikmelerle karşılaşılabilmekte hatta görece duraklama dönemleri yaşanabilmektedir. Türkiye örneğinde bu duraklamanın ya da çok yavaş ilerlemenin neredeyse 60 yıldan bu yana sürmekte olduğu söylenebilir. Bu süre içinde demokrasi kavramının tanımını ve içeriğini belirlemeye yönelik tartışmalar konu hakkında kararsız ve demokrasi kültüründen büyük ölçüde yoksun toplumun askeri darbeleri desteklemesiyle kesilerek 2000li yıllara gelinmiştir.
Kuruluş tarihi üstünden yaklaşık yüz yıl gibi bir zaman geçmesine karşın cumhuriyetin temel ilkeleri ve temel demokratik kavramların tartışılıp, standartların yükseltilmesi beklenirken son dönemde tam tersi olmuş, yani bu ilkeler ve standartları geliştirme konusunda öncülük yapma olasılığı en düşük muhafazakar bir siyasi oluşum bu işe talip olmuştur.
Demokrasilerde inancın özgürlük kavramıyla ilişkisi olmayan bilinçli ve iradi vicdani bir seçim olduğunu kavramaktan uzak olan bu zihniyet, inanç gibi insanın zihinsel, düşünsel ve davranış özgürlüğünü yüzlerce hatta binlerce yıldan bu yana engelleyen, kısıtlayan bir olgu üzerinden paradoksal bir demokratikleşme denemesinde bulunmuştur. Bu süre içinde demokratik standartları yükseltmekten çok daha önce kendisini hedef aldığını düşündüğü kurumsal ve yasal düzenlemelere yönelik değişiklikler yaparak demokrasiye hizmet ettiği gibi bir izlenim yaratmış ancak nedense günümüzde kamu vicdanını temsil eden kitlelerin önemli bir bölümü tarafından diktatörlükle anılmaya başlanmıştır.
Burada, eğer varsa kendine rağmen bir demokrasiye hizmetten söz edilebilir. Ayrıca yapılması düşünülen demokratik değişikliklerin gelecekte bu kesimi koruyacak şekilde planlanmaya çalışılmayacağını kim iddia edebilir?
Bugün Türkiyenin demokrasi alanındaki en önemli sorunlarından biri 1980 darbesi sonrasında yetişen kuşakların bir bölümünün haklar, özgürlükler, demokrasi, vb konularda kendilerini temsil edebilecek politik partilere ya da ideolojik örgütlenmelere sahip olmamalarıdır. Son günlerde sokağa dökülen insanların büyük bir çoğunluğunu sosyo-politik açıdan küçük burjuva olarak nitelendirebilmek mümkündür. Bu kesim Türkiyede en hızlı şekilde büyüyen ve çağdaş demokratik değerleri benimsemiş ya da benimseme kapasitesi en yüksek kesim olmakla birlikte kendi kafa yapısına uygun politik, ideolojik oluşumlar üretme yetisinden yoksundur.
Bu insanların büyük bir kısmının benimsediği apolitik bakış açısı dönüp, dolaşıp kendilerini sokağa dökülmeye itmiştir. Buradan çıkartılması gereken en önemli derslerden biri Türkiyede tüm politik ve apolitik görüş sahiplerinin ilk kez insani nitelikte bir olay nedeniyle bir araya gelmesi, bunun mümkün olduğunu kanıtlamasıdır.
Başka bir deyişle günümüz Türkiyesinde tüm politik, sosyo-politik ve felsefi kavramların sorgulanması, yeniden tanımlanması ve yepyeni politik, sendikal, toplumsal oluşumların ortaya çıkartılması gerekmektedir. Türkiyede kurulduğu tarihten başlayarak cumhuriyetin halk tarafından benimsendiği konusunda en ufak bir kuşkum olmamakla birlikte evde eskiyen eşyalar, eskiyen giysiler gibi artık eskiyen düşünceler, ilkeler de çağdaş bir demokratik cumhuriyet doğrultusunda değiştirilmelidir.
Genç kuşaklar bunun sinyallerini çok net bir şekilde vermişlerdir, sorun bu sinyallerin herkes tarafından doğru bir şekilde algılanıp, algılanamayacağıdır.