Demokrasi kültürü - 9
Yazar: Oğuz Adanır
Geleneksel toplumlar dayanışma kültürüyle ayakta durabilen toplumsal oluşumlardır. Genellikle birbirlerine akrabalık ilişkileriyle bağlı olan bu toplumlarda önemli kolektif sorunların hemen hepsi bu dayanışma kültürü sayesinde çözülür.
Modern demokratik toplumlar da kendi dayanışma kültürlerine sahip toplumlardır ve onlar da önemli kolektif sorunlarını bu dayanışma kültürü sayesinde çözerler. Peki bu iki dayanışma biçimi arasında ne fark vardır?
Modern toplumlar genellikle büyük aile, sülale, klan, kabile, aşiret, köy vs boyutlarını aşamayan geleneksel toplumların aksine on milyonlar hatta yüz milyonları bulan bir nüfus yoğunluğuna sahip olabilen toplumlar olup kolektif sorunlarını daha önce de tekrar tekrar dile getirdiğimiz gibi demokrasi, akılcı ahlak anlayışı ve akılcı bir yaşam biçimi üstüne oturtup çözmeye çalışan toplumlardır. Son iki yüz yılda bireyleşmenin belirleyici bir rol oynadığı bu toplumların geleneksel toplumlara özgü dayanışma kültüründen kopmak yerine çağdaş bir dayanışma kültürü oluşturmayı başardıkları ölçüde ayakta kaldıkları görülmektedir.
Modern toplumlar da başlangıçta sahip oldukları özellikle akrabalık ve hemşerilik ilişkilerine dayalı geleneksel dayanışma kültürünü sürdürmeye çalışmışlar ancak giderek büyüyen ve nüfusları yüz binlere, milyonlara ulaşan kentlerde sürdürdükleri yaşamlarında hiç durmadan büyüyen sorunların herkesin sorunları olduğunu ve artık birbirlerine yabancı değil de aynı ülkede yaşayan yurttaşlar olduklarını fark ettiklerinde yeni dayanışma biçimleri keşfetmek zorunda olduklarını anlamışlardır. Tarihsel açıdan bunlardan bir tanesi sosyal sigorta, diğeri ise sendikalaşmadır.
Kapitalist sistem zaman içinde çalışan insanların gösterdikleri direnç nedeniyle sosyal sigorta kavramını kabul etmiş devlet, işveren ve çalışan arasında karşılıklı rızaya dayalı bir süreç yaşama geçirilerek giderek daha iyi bir hale getirilmiştir.
Sistem karşısında yine yapayalnız ve çaresiz, korumasız bir durumda olduklarını gören modern bireyler aynı zaman dilimi içerisinde sendikaların da bir toplumsal dayanışma modeli olarak kabul edilmesi için büyük bir mücadele vererek sonunda amaçlarına ulaşmışlardır. Aradan uzunca bir süre geçtikten sonra ilke olarak kendi ayakları üstünde durmaya alışmış bireylerden oluşan bu toplumlar insanların işsiz kalmaları durumunda insanlık dışı bir yaşantıya sahip olduklarını gördüklerinde bu sorunu insanı belli bir süre, yani yeni bir iş sahibi oluncaya kadar insanca onurlu bir yaşam sürdürmesini sağlayacak işsizlik sigortası sorunuyla çözmeye çalışmışlar ve bunda da büyük ölçüde başarılı olmuşlardır.
20. Yüzyıl'ın ikinci yarısındaysa modern yaşamın getirdiği, ürettiği tüm sorunlar modern bir örgütlenme biçimi olan sivil toplum örgütleri, dernekler, mesleki oluşumlar, odalar (hekimler, avukatlar, mühendisler vs), toplumsal dayanışma vakıfları ve benzeri kurum ve kuruluşlar aracılığıyla çözülmeye başlanmış ve politikacıların yeterince duyarlı davranmadıkları konular ve alanlarda bu örgütler devreye girerek sorunların çözülmesini sağlamaya çalışmışlar ve çoğu kez bir sonuca ulaşmışlardır.
Özellikle son 60-70 yılda ortaya çıkan bu örgütler kapitalizmin bireylerin temel sorunları olan insanca yaşamak, sağlık, eğitim, ulaşım vs sorunları az çok çözüldükten sonra ortaya çıkmış örgütler olup bunların ulusal sendikalara koşut bir şekilde daha çok yaşam kalitesinin ya da standartlarının artması yönünde hareket ettikleri söylenebilir. Bu süre içinde özellikle bireysel demokratik haklar ve özgürlükler ön plana geçmiş olup mücadele sanki daha çok bu alanlarda sürdürülmüş gibidir.
Doğal olarak bu süreç çok büyük sıkıntılar, çok büyük toplumsal ve kitlesel mücadeleler verilmesini zorunlu kılmıştır. Modern toplumların hiçbiri ulaştığı noktaya elini kolunu sallayarak ulaşmamıştır. Ulaşmış oldukları maddi, bilimsel, teknolojik ve manevi düzeye hangi aşamalar, hangi örgütlü çabalar sonucunda ulaştıklarının bilinmesi, öğrenilmesi gerekir.
Bu toplumlara dışarıdan bakanlar, onların ulaştıkları yaşam düzeyi ve özgürlükleri son derece doğal bulmakta, herkesin bu yaşam standartlarına ve haklara sahip olmasının doğal olduğunu düşünmekte, ancak iş kendi ülkesinde bu haklar ve özgürlüklerin elde edilmesine gelince önünde alınacak uzun bir yol olduğunu görmektedir. O toplumlardaki düzen bugün kimilerinin hoşlarına giden ve bir benzerine sahip olmak istedikleri bir düzene benziyorsa, bu o kuşakların babalarının, annelerinin, dedelerinin ve büyük annelerinin yani atalarının harcadıkları insanüstü çaba ve verdikleri mücadele sayesindedir. Yoksa hiçbir modern toplum kendiliğinden o aşamaya gelmemiştir. Ataların verdikleri mücadele atalara yaramasa bile torunlara yaramıştır. O kuşaklar kendilerinden çok çocukları ve torunları yani daha güzel bir gelecek için mücadele etmişlerdir. Öyleyse kendisi uğruna mücadele edenler yoksa ortada bir demokrasi ve bu demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan kurum ve kuruluşlar da yoktur.
Sonuç olarak modern toplumlar dayanışmadan yoksun toplumlar olmayıp tam tersine belki de bugüne kadar yeryüzünde görülen en kapsamlı dayanışma örgütlerini ortaya çıkartmış olan toplumlardır. Bu süreç henüz durmamıştır, dolayısıyla modernleşmeye çalışan toplumların kendilerinden önce modernleşmiş toplumların yaşadıkları bu modernleşme serüveninin tüm aşamalarını yakından incelemeleri gerekmektedir. Aksi takdirde kendilerini yarım yamalak olarak nitelendirilebilecek düzenlere mahkum edeceklerdir.