Unutma Yarışı - Ahmet Günbaş 2025-05-13 10:10:54
Yazar: Osman Akbaşak
"Unutma yarışı" Ahmet Günbaş'ın son kitabı. İlk sayfalarındaki ön deyişinden anlaşılacağı gibi edebiyat alanının çeşitli dallarından onlarca çalışması var. Yazmaya Demokrat İzmir Gazetesi'nin edebiyat ve sanat sayfasında şiirle başlamış 1973 yılında. 1976 Mart’ında Ali Rıza Ertan, Hüseyin Yurttaş ve M. Kadri Sümer’le Dönemeç Dergisi'ni kurmuş. Sonrasını uzun uzun burada yazmayayım, kitabında alanlar okuyabilirler.
Dostları onu çoğunlukla şair olarak bilirler. Öyledir de, iyi bir şairdir. Sadece kendi şiirleriyle değil "Erken Ölümlü Şairler" ve "Ege'de Mavi Düşler" adlı antoloji kitapları ile de şiire hizmet etmeyi görev bilen bir şairdir. Çocuk ve gençlik edebiyatı için yazdığı öykü, roman ve deneme kitapları da çok değerlidir. Belki de çok ortalarda görünmemesi, köşesinde üretmesinin bir sonucudur.
Bu kitapların arasında üç tanesini ayrı tutarım. Her ne kadar gençlik romanı olarak adlandırılsa da "Yitik Göl" ve "Yayla Sineması" konunun altında kendi yaşamını aktardığı ama özellikle kent tarihi üzerine derin izler bırakan çok anlamlı kitaplardır.
"Yitik Göl" sayesinde İzmir'de birçok insan Halkapınar Gölü'nü, çevresindeki yaşamı, "Yayla Sineması" sayesinde bugün 50-60 yaş üzerindeki insanların belleğinden çıkmayan yazlık sinemaları nasıl da capcanlı bir şekilde gözümüzün önüne getirmişti, çok iyi anımsarım. "Foça'da Aşkla" romanı hem Foça'nın en güzel günlerini hem de çok sevdiği şair dostu Özcan Yalım’ı en içten en duru şekliyle bize aktarmıştı.
Bu üç kitap Ahmet Günbaş'ın yaşamındaki belirli dönemlerden etkilenmiş ve o dönemler üzerine yazılmıştı. Konumuz olan "Unutma Yarışı" iç kapağının üzerinde öykü yazsa da (İçindeki gerçekten öykü olan bazılarının dışında) tüm bir yaşamın özeti. Bu yazıları yazmak için gerçekten uzun bir süre yaşanmışlık gerekir. Sadece yaşanmışlık da değil, dostluk, arkadaşlık, biriktirilmiş anılar ve bazen daha da fazlası…
"Daha da fazlası" derken, okumadan anlatmak kolay değil, örnek vermek isterdim, ancak kitabı buraya aktarmam gerekir. Öylesi tümceler var ki paragrafa bedel hatta o tümce üzerine ayrı bir kitap yazılır. Bu nedenledir ki topu topu 130 sayfalık kitabı birkaç saatte okumam gerekirken günlerce sürdü durup durup geri döndüm. Her öykünün ya da anının sonrasında kendini toplamak için bekledim bir sonrakini hemen geçemedim.
Daha önce kendisinin "şiirtepe" diye adlandırdığı yerde bir muhabbet sırasında bana söz ettiği unutma yarışı öyküsüne konu olan kendi deyişiyle "müntehir şair" Rabia Bayraktar'ı edebiyatımıza kazandırması başlı başına bir değerdir. Bir yazarın, şairin görevi bu değil midir? Kendinden önce yitip gitmiş, adı kaybolmuş olanları ortaya çıkarmak ne denli özverili bir çalışmadır.
Sadece ilk öyküden söz açtım, "onu da sanırım pek kimse bilmiyordur" diye düşündüm. Diğer öykülerden tek tek söz etmek isterdim ama büyüsü kaçardı inanın. Okudukça bir deryanın içine düşeceksiniz ve o deryanın içinde kulaç attıkça tadını çıkaracaksınız inanın.
Ve ben burada yazdıklarımla anlatımın büyüsünü size aktarmam mümkün olamazdı zaten. Bazı satırlarda doludizgin giden atlar bazı satırlarda bir kuğunun durgun suda süzülmesi gibi sayfaların arasında gezinmek varken burada kopya verir niteliğinde satırlar aktarmak hem gerekli hem de anlamlı olmaz.
Sonuç olarak şunu söyleyebilirim: Bu kitabın Ahmet Günbaş'ın bugüne değin okuduğum en yoğun emek verilmiş kitabı olduğunu düşünüyorum. Bazı anılar sadece kişilere ait değildir, topluma mal olur, herkesi ilgilendirir. Bu kitapta olduğu gibi…
Sevgili kardeşim Ahmet Günbaş, kitabının adı "Unutma Yarışı".
Kitabın adına yakışmış, daktilon, çalıştığın fabrikan bile yerini almış.
Senden kardeşçe bir dileğim var,
Kalemin her zaman olduğu gibi güçlü olmaya devam etsin.
Seni sadece yazdıklarınla görmeyelim, ara sıra yüzünü de görelim.
Unutturma kendini…