Tarihten kültüre, kültürden doğaya Aegina Adası 2025-07-11 12:00:00
SQL Hatası: Subquery returns more than 1 row
Yazar: Semra Yeşil
Aslında oraya gitmeden önce de her zamanki gibi gezgin notlarını okumuştum. Güzel anlatıyorlardı ama çok da fazla bir beklentim oluşmamıştı. Pek çok Yunan adasını gördüğüm için onlara benzer bir ada ile karşılaşacağımı düşünüyordum.
Pire Limanı’ndan bindiğimiz feribot bir saat yirmi beş dakikada Yunanistan’ın Saronik Körfezi’ndeki adalardan biri olan Aegina’ya vardığında öğle saatleriydi. Feribottan inip, otelimizi bulmak için yürümeye başladığımızda diğerlerinden farksız, hatta Sakız Adası’nın benzeri, sahilinde kafe, bar ve restoranların ardı ardına, bir düzen içinde dizili olduğu bir ada olduğunu düşünürken, ilerleyen günlerde “Şimdiye kadar en sevdiğim Yunan Adası” diyeceğim hiç de aklıma gelmemişti.
Elbette ki bana bu sözleri söyleten şeylerin neler olduğunu daha sonra anlayacaktım... Ben en iyisi sonradan anladıklarımı sizlere anlatayım da haklı olup olmadığıma siz karar verin...
Çağdaş Yunanistan’ın ilk başkenti olan Aegina Adası Atina'ya en yakın adalardan biri. Biz her ne kadar daha uzun sürede gelmiş olsak da Flying Dolphin denilen ve 40 dakikada adaya ulaşan daha hızlı tekneler de var. Ama Pire’ye vardığımızda uzun sürede giden feribot hemen kalkıyordu, o yüzden limanda beklememek için hemen binip yola çıktık.
Görüldüğü üzere Aegina Adası’na Pire’den ulaşım çok çok kolay. Sık sık arabalı ya da arabasız yolcu taşıyan feribotlar hizmet veriyor. Çünkü adada oturan ve Atina’da çalışan insan sayısı çok fazla...
Aegina... Orada hem tarih hem doğa hem de kültür var... Üstüne üstlük fıstık üretiminin de cenneti. Adanın neredeyse her yeri fıstık ağaçlarıyla bezeli. O yüzden fıstık severler için bir vazgeçilmez... Zeytini de unuttum sanmayın. Fıstık kadar olmasa da zeytin ağaçlarının çokluğu da gözden kaçmıyor.
Adadaki en büyüleyici yerlerinden biri Kolona Tepesi'nde yer alan Apollon Tapınağı...
Tapınağın cazibesi, tarihi öneminin yanı sıra büyüleyici çevresinden de kaynaklanıyor. M.Ö. 6. yüzyıldan kalma bu yapının kalıntıları arasında gezinirken görkemli tapınağın en popüler olduğu dönemlere yolculuğunuz başlıyor. Bir anda kendinizi o zaman dilimine ışınlanmış gibi hissediyorsunuz. Kulağınıza geçmişin fısıltıları geliveriyor aniden... Sadece tek bir sütun ayakta kalmış olsa da tapınağın bulunduğu yerden kıyıya vuran turkuaz rengi suların görüntüsü onu gerçek bir mücevher haline getiriyor. Venedikli denizcilerin Apollon Tapınağı'nın sütunlarını yön bulmak için kullandıkları da söylenenler arasında...
Apollon Tapınağı'nı çevreleyen sakinlik ve dinginliğin yanı sıra kalıntıların aralarında yeşermiş bitkiler, çiçekler ve ağaçlar da Kolona Tepesi'nin yamaçlarını süslüyor.
Aslında Apollon Tapınağı'nı adadaki diğer tarihi yerlerden ayıran, onun büyüleyici hikayeleri... Çünkü ışığın, müziğin ve güneşin tanrısına adanmış tapınak, tarih boyunca bölgede yaşamış farklı medeniyetler tarafından küçük değişikliklere uğrayarak kullanılmış ve kendi dönemlerinin hikâyelerine mekân olmuş. Kalıntıların arasında yürüyenlerin hayal gücünü harekete geçiren tapınak pek çok ünlü isim tarafından da ziyaret edilmiş.
Adanın kültürel önemini artıran en önemli unsurlardan birisi kuşkusuz ki dünyaca ünlü yazar Nikos Kazantzakis’in hayatının bir dönemini bu adada geçirmiş ve ünlü eseri Zorba’yı burada tamamlamış olması...
Kazantzakis, Aegina'ya ilk olarak 1927 yılında gelmiş. Adaya hayran kalarak buraya taşınmış ve kendini 1924'te Atina'nın bir banliyösünde başladığı “The Odyssey: A Modern Sequel” üzerinde çalışmaya adamış. Adanın sadece ışığından değil, huzurlu sessizliğinden çok etkilenmiş. Bir yere kök salma ihtiyacı hissederek, 1935 yılında bir süredir yaşadığı evin yakınlarında bir tarla satın almış.
Herhangi bir Yunan adasındaki evlerden farkı olmayan bir kır evi yapmaya karar vermişler. Sade, teraslı, denize bakan pencereleri olan, beyaza boyanmış bir evmiş bu.
Eşi Eleni, Pi (Π) harfi şeklinde bir ev istiyormuş, ancak maliyeti çok yüksek olduğu için mimar pi sayısının bacaklardan birini kesmiş ve ev Gama (Γ) harfi şeklinde olmuş. Nikos, evin bu yeni şekline hayran olmuş. Çünkü harf aynı zamanda en sevdiği 3 rakamını da simgeliyormuş.
Ertesi yıl evin temeli atılmış ve tam on yıl sonra, 1947'de tamamlanmış. 1939'da karısına yazdığı bir mektupta evi, "İyi, sade, ışık dolu, deniz cam gibi, dağlar dingin, toprak yemyeşil..." diye övmüş ve 2. Dünya Savaşı'nın Alman işgali yıllarında karısı Eleni ile birlikte burada yaşamış.
Onunla tanışmak isteyen yazarlar sık sık ziyaret eder, sohbetinin tadına doyamazlarmış. Bir deneme yazarı, Kazantzakis'in bahçesini Afrika olarak tanımlamış, "Tamamen çakıllı, ağaçsız ve sadece birkaç kaktüsün olduğu, etrafı taş bir duvarla çevrili, kuru bir toprak parçası.”
Ev, Aegina'nın kuzeybatı ucundaki deniz fenerinin yakınında, Plakakia diye bilinen bölgede yer alıyor. Günümüzde ziyaretçilere açık olmayan, özel bir mülk...
Adanın hemen her noktasından denize ulaşım imkânı var.
Perdika
İşte... Pitoresk sokakları ve çiçeklerle bezenmiş avluları, tipik Kiklad mimarisi özelliğini taşıyan beyaz badanalı, düz çatılı, mavi pencereli evleri ve muhteşem manzarasıyla huzur veren bir balıkçı köyü...
İç huzuru bulacağınız Perdika’nın, mavinin her tonunu, özellikle de turkuaz rengini sıklıkla görebileceğiniz denizi de çok güzel...
Lezzetli yemekleri ve taze balığını da söylemeden geçmek olmaz.
Evet... Bunlar benim de gitmeden önce okuduğum, Perdika için söylenmiş çok güzel sözler. Ancak gidince benim de eklediğim bir cümle var;
“Eğer bir gün kimsenin seni bulup rahatsız etmesini istemezsen, şehirlerin kalabalığından ve kaotik hayattan sıkılır da sakinlik ve huzur içinde hayatını devam ettirmek istersen Perdika’ya git...”
Büyük ihtimal bu sözleri ilk kez ben söylemedim ama gerçekten benim orada hissettiğim duygu buydu. Giden herkesin de buna yakın hisleri olacağından eminim...
Moni Adacığı
Perdika'nın dibinde bir küçücük adacık... Moni Adası, bir manastıra ait. Adada yerleşim yok. Sadece şemsiye ve şezlongları olan, yiyecek ve içecek sunan tek bir plajı var. 1962'den bu yana doğal av hayvanlarının parkı olarak kullanılan, güzel manzaralı, çam ağaçlı patikalarında tavus kuşları, geyikler ve daha birçok hayvanın özgürce dolaştığı bir adacık... Öyle ki siz sahilde gözleriniz kapalı, uzanmış güneşlenirken, gözünüzü açtığınızda size bakan bir geyik ya da tavus kuşu ile göz göze gelebiliyorsunuz.
Adaya Perdika’dan olduğu gibi Aegina merkezinden de tekneler kalkıyor. Merkezden daha uzak olduğu için ulaşım 15-20 dakika kadar sürüyor. Biz bu yolla öğle saatlerinde gidip, akşama kadar teninizi adeta okşayan ipeksi turkuaz rengi denizinin tadını fazlasıyla çıkardık...
İlham veren ada Aegina, hem sanat hem tarih hem de doğanın temsilcisi sanki...
Gelelim Aphaia Tapınağı’na...
Aegina’dan 15 kilometre uzaklıkta, Mesagros'un 2 kilometre doğusunda, çam ağaçlarıyla bezeli, deniz seviyesinden 160 metre yükseklikteki bir tepenin üzerine kurulmuş tapınak, antik dönemden itibaren hep ibadet yeri olarak kullanılmış.
M.Ö. 510 yıllarında, yangın sonucu hasar gören eski bir tapınağın üzerine inşa edilmiş. Yanan tapınağı Aegina halkı önce yıkmaya karar vermiş ancak sonradan kapısını ve büyük sunağı koruyup yerine, "Aegina Okulu”nun heykellerini tasvir eden yeni bir sunak inşa etmişler. Antik dönem mimarisinin en güzel örneklerden olan yeni tapınak, son halini M.Ö. 500 yılında almış. Eski tapınağın kalıntıları ise yeni yapılan tapınağın daha büyük terasının dolgusuna gömülmüş...
Tanrıça Aphaia'ya adanmış bu Dor Tapınağı’nın kendine has yüksek bir enerjisi var.
Agios Nektarios Manastırı
Agios Nektarios Manastırı sadece Yunanistan'ın değil, aynı zamanda Balkanlar'ın en büyük Ortodoks kiliselerinden biri.
Agios Nektarios, aynı zamanda Pentapolisli Nektarios veya Aeginalı Nektarios olarak da biliniyor. Doğu Ortodoks Kilisesi'nin modern azizi olan Nektarios, yaşarken mucizeler yaratmasıyla da ünlü...
Aziz Nektarios, hayatını geçirebileceği bir yer ararken bu tepeyi bularak bir manastır kurmuş ve buraya "Kilise Parthenon'u" adını vermiş. Hayatının sonuna kadar da burada yaşamış.
Agia Marina
Agia Marina, Aegina'nın en bilinen tatil yerleşim yerlerinden biri olup, adanın kuzeydoğu tarafında, limana yaklaşık 14 kilometre uzaklıkta yer alıyor. Başlıca özelliklerinden biri yaklaşık 500 metre uzunluğunda, sığ ve berrak suya sahip uzun kumlu plajı olması. Sahil yolunda çok sayıda restoranlar, kafeler, fırınlar, süpermarketler ve turistik dükkanlar var. Aynı zamanda yaz aylarında Pire'ye 30 dakikada bir direkt feribot seferlerinin yapıldığı küçük limanı da var. Agia Marina, denize kadar uzanan çam ağaçlarıyla çevrili yemyeşil bir doğanın ortasında yer alıyor. Burası aile tatilleri için ideal olduğu gibi kafa dinlemek için de son derece sessiz ve huzurlu bir yerleşim.
Kypseli
Limanın 3 kilometre doğusunda yer alan adanın en kalabalık yerleşim yeri. Arkeolojik bulgular Kypeli'nin antik çağlardan beri yerleşim yeri olduğunu gösteriyor.
Souvala
Limanın 10 kilometre kuzeydoğusundaki Souvala’da adanın ikinci limanı bulunuyor ve Pire'den tekneyle ulaşılabiliyor.
Marathonas
Adanın güney kısmından sahil yolunu takip ederek yaklaşık 4 kilometre sonra ulaşılan Maratonas, adada denize girilebilecek en güzel plajlarında bulunduğu bir yerleşim yeri. Maratonas'un yamaçlarında inşa edilmiş evlerin ise çoğunluğu yeni yapılmış.
Vagia
Adanın kuzeyinde, Souvala'nın doğusundaki Vagia'da bulunan ilginç arkeolojik buluntular çok eski zamanlardan beri burada insanların yaşadığının işareti.
Aegina'nın Orta Çağ köyü
M.S. 9. yüzyıl civarında, yerli halkı Sarazenlerin deniz saldırılarından korumak amacıyla inşa edilen Paleochora veya Paliachora, aynı zamanda “Aegina’nın Mystrası” olarak da biliniyor. Bu kelimenin tam anlamıyla "Eski kent" anlamına geliyor. 1826 yılına kadar adanın başkenti olan bu yerleşim, konumu itibariyle eşsiz. Zira buradan tüm Saronik Körfezi'ni olduğu gibi görmek mümkün. Aslında burası tam bir kale yerleşimi olup, Agios Nektarios tepesinin arkasında yer alıyor.
Paliachora'da yılın gün sayısı kadar 365 kilise olduğu söylense de araştırmalar, aslında yaklaşık 50 kilise olduğunu gösteriyor. Günümüzde, bir kısmı restore edilmiş 33 kilise ziyaret edilebiliyor.
Bu kiliseler M.S. 12. yüzyılın başından 18. yüzyıla kadar tarihleniyor.
1537'de şehir korsan Barbarossa (Kızıl Sakal) tarafından yıkıldığında kale büyük hasar görmüş, ancak 1654'te tekrar onarılmış.
Aegina Şehri (Merkez)
Çoğu insanın bildiği adıyla Aegina, adanın başkenti ve ana limanı. Saronik Körfezi'ndeki bu çok özel adayla ilk karşılaşılan nokta...
Körfezin etrafına amfi tiyatro şeklinde inşa edilen rengarenk neoklasik yapılar, limana sıklıkla yanaşan, ayrılan feribotlar, marinada salınan tekneler, romantik yolculuklar sunan faytonlar, geleneksel kafe ve tavernaların yanı sıra modern restoran ve barlar adanın kimliğini oluşturuyor.
Merkezinde balık pazarıyla taze yerel ürünlerin satıldığı küçük, sevimli alışveriş mekânları, adanın alametifarikası kabul edilen fıstık ve ürünlerini en güzel şekilde sunan dükkanları, anıtları, deniz kenarındaki Agios Nikolaos Thalassinos Kilisesi ve Hükümet Konağı ile Aegina Şehri...
Şehrin Arnavut kaldırımlı sokaklarında hiçbir şey düşünmeden sadece bir yürüyüş yapmak, Güney Fransa’nın kıyı köylerinde hissettiren daracık çarşılarındaki dükkanlarda satılan rengarenk, kaliteli giyim eşyalarına, şapkacılara, ayakkabıcılara, çiçekçilere, fıstıkçılara selam ederek dolaşmak, akşamüstü İtalyan stili cafelerinde kokteyllerin tadına bakmak, deniz kenarında tatlı, kahve, bira, patates molaları vermek bile belleğimde kalan, düşündüğümde yüzümde tebessüm yaratan güzellikler...
Aegina aynı zamanda mutfak lezzetleriyle de çok ünlü. Sahilde ve sokak aralarında yerel lezzetlerin tadılabildiği geleneksel restoranlar, daha o sabah yakalanmış envai çeşit taze deniz ürünü sunuyor.
Aegina, Atina'ya en yakın adalardan biri olması sebebiyle yaz aylarında Atinalılar’ın çok rağbet ettiği bir ada olduğundan yer bulmak biraz zor. Çok büyük otel yok. Ancak var olan otellerin ve apart türü konaklama yerlerinin hepsi son derece temiz ve düzgün hizmet veriyor.
Aegina, çok sevimli ve huzur veren bir ada... Son yıllarda Yunan adaları Türkler tarafından çok rağbet görse de Aegina’yı bilen çok yok.
İşte böyle...
Yazımın başında “Şimdiye kadar en sevdiğim Yunan Adası” derken, bir de bu sözleri neden söylediğimi size anlatmaya çalışacağım demiştim. İnşallah anlatabilmişimdir. Zira ben Aegina Adası’ndan gerçekten çok etkilendim.
Dünya üzerinde hâlâ kendinizi huzurlu hissedebileceğiniz böyle yerlerin olduğunu bilmek bile yetiyor. Elbette görebilmek daha da güzel...
Kaynaklar:
https://www.aeginagreece.com/aegina/pages/sights/house_of_kazantzakis.html
https://bestgreekplaces.com/tr/temple-of-apollo-2/