Alışveriş yapıyorum, öyleyse varım 2025-07-01 17:30:00
Yazar: Raşel Rakella Asal
Çağdaş sanat, modernist sanatın aksine, sadece sanat kaygısı ile yapılmamakta aynı zamanda kendine referans aldığı sosyolojik, psikolojik, siyasi ve felsefi alanlardan faydalanarak birçok alana hizmet eder. Aynı zamanda toplumun yaşayış biçimlerine de eleştirel yaklaşır. Çağdaş grafik sanatçısı Barbara Kruger, eleştirel söylem dili ile görseli bir araya getirdiği afiş ve kolajlarıyla sanat alanında önemli bir yere sahiptir. Onun ikonik fotolitografı “Alışveriş yapıyorum öyleyse varım” çağımızın tüketin çılgınlığına bir tepki olarak sanat tarihinde yerini aldı.
Bizler her şeyden önce birer tüketiciyiz. Bunu kim inkâr edebilir ki! Çağımızda tüketim bizim birincil ilişki biçimimiz, kimlik ifademiz ve kimlik aracımız haline geldi. Parıltılı şeyleri satın alıyor, biriktiriyor, statü, zevk ya da modayı takip ettiğimizin bir kanıtı olarak topluyor ve sergiliyoruz.
Farkında mısınız, tüketim uzun zamandan beri ihtiyaçtan kaynaklanmıyor. Tüketim eğlence kaynağımız, kendimizi ifade etme biçimimiz ve hatta dünyayla etkileşim biçimimiz haline geldi. Ne tükettiğimiz ve hatta bir şeyi tüketmeme kararı bile statü, kimlik ya da farkındalığa işaret eden ifadeler haline geldi.
Tüm bunlar rahatsız edici bir soruyu gündeme getiriyor: modern kimlik tüketim etrafında inşa ediliyorsa, tüketim olmadan biz kimiz?
Birçoğumuz için alışveriş sadece ihtiyacımız olanı almak değil, kendimizi daha iyi hissetmenin, daha güçlü ve önemli olduğumuzu duyurmanın bir yolu. Bunu göz ardı edersek, tüketimin neden gerçekleştiğine dair büyük resmi kaçırmış oluruz. O halde sorulacak soru şu: Tüketimden uzak durmayı göze alabilir miyiz?
Alışveriş kesinlikle güçlü bir uyuşturucu. Bize umut, bolluk hissi verdiğini, aynı zamanda yenilik vaat ettiğini ve çoğu zaman bir güven artışı sağladığını inkâr edebilir miyiz? Pandemi bunu acı bir şekilde açıkça ortaya koydu. İstatistikler dört duvara sıkıştığımızda bile, online alışverişın arttığını gösterdi. 2020 yılında e-ticaret satışları dünya genelinde yaklaşık yüzde 27 oranında arttı. Türkiye’de e-ticaret hacmi 2019’da 136 milyar lira iken, 2020’de 226 milyar liraya yükseldi. Firmalar, iade ve teslimat sistemlerini geliştirdi. “Güvenilirlik” artırıldıkça, daha fazla kişi online alışverişi benimsedi.
Pandemide insanlar yalnızlık, kaygı ve sıkışmışlık hissi yaşadı. Tüketim, bu duygularla baş etmenin bir yolu hâline geldi. “Kendini ödüllendirme”, “can sıkıntısı alışverişi”, “evde keyif yaratma” gibi psikolojik motivasyonlar öne çıktı. Pek çok marka fiziksel mağazaları kapatıp dijital satış kanallarına yöneldi. Özellikle genç kuşaklarda Instagram, TikTok ve influencer’lar üzerinden e-ticaret patlaması yaşandı. İnsanlar sokağa çıkamasa da kapitalist sistem eve geldi; kapıdan teslim etti.Pandemi, online alışverişi yalnızca bir “alternatif” olmaktan çıkarıp ana tüketim kanallarından biri hâline getirdi.
İnsanların hangi ürünleri aldıklarına dikkatinizi çekerim. Alınanların çoğu moda ürünleri ve teknolojik aletler oldu. İşin ilginç tarafı, o günler bunları gösterecek kimse olmasa bile, insanlar satın almaktan vazgeçmediler. Çünkü satın alma eylemi bir etkileşim biçimiydi, varlığımızı onaylamanın bir yolu haline gelmişti.
İnsanın temel ihtiyaçlarını karşılamasının çok ötesinde, kendini toplum içinde sosyal olarak belli bir düzeye nesneler aracılığı ile yerleştirmeye çalışması söz konusuydu. Burada en temel amaç toplumda itibar sahibi olabilme, markaların kişiye sunduğu roller, yeniden şekillenen ve değişen nesneler üzerinden kurulan kimlik tanımıydı. Peki, bu durum tüketim kalıplarımız hakkında neyi ortaya koyuyor? Eğer tüketim yaşam ritmimizi tanımlıyorsa o zaman bu sistem bizi köleleştirmiş olmuyor mu?
Barbara Kruger’in “I Shop Therefore I am (Alışveriş Yapıyorum Öyleyse Varım)” isimli çalışmasında “ben” olma durumuna eleştirel bir yaklaşım söz konusudur. Ben alışveriş yaptığım, kapitalizme katkı sağladığım, toplumsal sistem içerisinde tüketici olarak yer aldığım sürece ben olurum, bir birey konumuna gelirim mesajı iletilmektedir. Doğrudan izleyene sunulan gerçeklik barındırdığı yan anlamlar ve gizli mesajlarla eleştirel ve sorgulayıcı bir dile sahiptir. Kruger’in çalışması, öznenin, kapitalist sistem içinde “tüketici” olarak varoluş kimliğine gönderme yapar.
Aktarmak istediği gerçeklik aslında, toplumun ve sistemin taleplerini yerine getirdiğin sürece,‘ben’in diğer bilinç durumlarını görmezden geldiğin ve kendi gücünün farkına varmadığın zaman yalnızca belirli eylemlerle, yani Efendi’nin senden talep ettiği şeyleri yerine getirerek Köle konumunda kalacağındır.
Barbara Kruger’in meşhur çalışması “I shop therefore I am” (“Alışveriş yapıyorum, öyleyse varım”), tüketim toplumunun birey üzerindeki etkisini eleştirel bir dille ortaya koyar. Bu slogan, René Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım” önermesini tersyüz ederek, bireyin varoluşunu düşünmeye değil, tüketmeye bağlayan modern bir ironi yaratır.
Bu nedenle, “Alışveriş yapıyorum öyleyse varım” mesajında, “varlıktan kast edilen “ben” oluştur. Kişi, benliğine ancak alışveriş yaparak kavuşabilmektedir. “Sen tükettiğin şeysin” sloganının yaygın olarak kullanılmasıyla gelişen bu benlik ya da varoluş duygusu insanların bilinçaltına işlemektedir.
Bu aynı zamanda sistemin yaratmak istediği etkidir. Böylece tüketici bağımlı bir bilinç durumundan ‘ben’ olma durumuna ulaşmak için alışveriş yapmaya yönlendirilmekte, ama aslında bu yönelim onu tam olarak bağımlılığın merkezine yerleştirmektedir. Hegel’in de ifade ettiği gibi taraflardan biri yapılan savaşta kendini geri çekmiş ve bağımlı olmayı bilinçli olarak kabul etmiştir. Bu onun aynı zamanda yaşama karşı edilgen bir konumda yer almasına da neden olmuştur
Kruger’in Eseri ve Efendi-Köle Diyalektiği
Kruger’in “Alışveriş yapıyorum, öyleyse varım” ifadesi, bireyin kendi öz-bilincini tüketim yoluyla tanımladığını ironik bir şekilde vurgular. Bu noktada, Hegel’in köle- efendi diyalektiğini şöyle yorumlayabiliriz.
Tüketici, varlığını ürünlerle kurmaya çalışırken, aslında özgürlüğünü meta ilişkisine teslim eder. Bu kişi kapitalist sistemin emrine girmiştir. Kendi arzularını, reklamlardan, pazarlamadan ve kültürel kodlardan öğrenir - yani başkasının bakışıyla tanınmak ister.
Metalar, yani satın alınan nesneler, Kruger’in işinde birer “efendi” konumundadır. İnsanlar, bu ürünlerle kendilerini tanımlamakta, kimliklerini oluşturmakta ve “var olma” deneyimlerini şekillendirmektedir. Ancak bu, Hegel’in eleştirdiği bir tür sahte tanınmadır - çünkü özgürleşme, dışsal bir nesneye bağımlılıkla değil, içsel emek ve bilinçle olur.
Tüketici toplumda kabul görmek ve “var” sayılmak için tüketime yönelir. Kruger bu noktada ironik bir şekilde şunu söyler:
“Senin öz-bilincin yok; ancak alışveriş yaptığında görünür oluyorsun.”
Barbara Kruger’in “I shop therefore I am” çalışması, Hegel’in efendi-köle diyalektiğiyle birlikte okunduğunda, bireyin sahte özgürlüğünü, meta ilişkisine esir oluşunu ve tanınma arzusunun sistem tarafından nasıl manipüle edildiğini gözler önüne serer.
Bu bağlamda Kruger’in işi, çağdaş bireyin tüketim kültüründeki gönüllü köleliğini teşhir eden güçlü bir görsel manifestodur. Fransız filozof René Descartes'ın (1596-1650) çığır açan “Düşünüyorum öyleyse varım” ifadesinin yeniden yazımı olan bu eser, modern tüketimciliğin güçlü bir yansımasıdır.